14 Şubat 2012 Salı

‘Avucumda bir kalp atıyor’

‘Avucumda bir kalp atıyor’

“Elime bir kalp alıyorum, avucumun içinde çarpıyor. Sonra onu bir insanın göğüs kafesine yerleştiriyorum. Bunu benim ellerim yapıyor ama arkamda görülmeyen bir el, ilahi bir güç var.” Bu sözler, avucunda atan kalplerle hayatın akışını değiştiren, Türkiye’de kalp nakli yapan ilk kadın cerrah Doç. Serap Aykut Aka’ya ait.

ntvmsnbc

İSTANBUL - İlkokul sıralarında öğretilen basit ama temel bilgilerden biridir: Canlılar doğar, büyür, yaşar ve ölür. Hayatı normal seyrine bıraktığınız zaman yaşanacak süreç özetle budur. İnsanoğlu da müdahale edilmeyen doğal hayat akışında doğar, yaşar, mutlu olur, mutsuz olur, yaşlanır, hastalanır ya da kaza geçirir ve vadesi dolduğunda ölür. Tıbbın eli değdiğinde ise hayatın akışı tersine dönebilir. Ölüme giden doğal süreç, bir doktor dokunuşuyla yaşamın merkezine dönüş yapar. “Devam etmeye” gücü kalmayan kalplere, “pes eden” bir başka beyin sayesinde dokunan Doç. Dr. Serap Aykut Aka da o akışı değiştirenlerden biri. Türkiye’de kalp nakli yapan ilk kadın kalp cerrahı olarak tanıyoruz O’nu. Aka, kalp atışları arasında geçen 33 yıllık mesleki yolculuğunu ntvmsnbc’ye anlattı.
İlk kez 1997’de kalp yetmezliği bulunan 40 yaşındaki bir erkek hastaya kalp nakli yapan ve Türkiye’nin kalp nakli yapan ilk kadın cerrahı olarak tıp literatürüne geçen Doç. Dr. Serap Aykut Aka, o günden beri 18 kalp nakline imza atmış, diğer ameliyatlarının sayısını ise bilmiyor; “33 senedir bu meslekteyim, binlerce kez kalp ameliyatı yapmışımdır” diyor.
‘ÖNCE SEV’Tıbbın babası olarak anılan Hipokrat’a göre tıbbın ilk kuralı “Primum non nocere” yani, “Önce zarar verme” ilkesidir. Doç. Aka, “Gerçekten doktorluğun hakkını vererek bu işi yapmak istiyorsanız insanları çok sevmelisiniz. Yani, ‘ben insanlara hizmet edeceğim ve her defasında bundan da mutluluk duyacağım’ kararlılığındaysanız bu mesleği seçmelisiniz” diyor. Hipokrat’ın sözüne atfen, ‘O zaman doktorluğun ilk şartı; “önce sev” diyebiliriz’ yorumuna Dr. Aka, “Aynen öyle” diye onay veriyor.
Aksaray’da ziraatçı bir baba ile ev hanımı bir annenin çocuğu olarak doğan Serap Aykut Aka’nın küçükken hayalini süsleyen meslek mimarlıktı. Derslerinde çok başarılı olan Aka, üniversite sınavında yüksek puan alınca ailesi doktor olmasını önermiş. Aslında o zamana kadar pek düşünmediği bu mesleğe gönül vermesine ise 1967’de Doktor Christian Bernard’ın Güney Afrika’da ilk kez insandan insana yaptığı kalp naklini anlatan gazete kupürleri neden olmuş. “O gün kafama kalp cerrahı olmayı koymuştum” diyor. Ama mimarlık sevdası hiç bitmemiş, hala ilgi duyduğu bir alan olduğunu söylüyor ve mimarlıktan bahsederken gülümsüyor...
'ALAY KONUSU OLMAKTAN KORKTUM'Hedefe kalp cerrahlığını koyan ve ona doğru kararlılıkla yürüyen Aka, daha o yıllarda mesleğin zorluklarının farkındaydı. Öyle ki dalga geçerler diye kalp cerrahı olmak istediğini dillendirmeye bile çekiniyordu. “Bu kadar erkek egemen olan bir meslek grubunda bir kadın için ağır bir süreç olacağını biliyordum. Bir örneği de olmadığı için alay konusu olmamak için hedefimden kimseye bahsetmedim. Tıp fakültesini sadece kalp cerrahı olmak için okudum, başka hiçbir branşı aklımdan geçirmedim” diyen Aka, başarısında planlı ve programlı yaşamanın etkili olduğu görüşünde. “Ben şanslı bir insanım” diyor ve bu başarıda şansın rolünü de yadsımıyor.
DR. SİYAMİ ERSEK’TEN KALP NAKLİNİ DİNLEDİ, BÜYÜLENDİ1974 yılında, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nin ikinci sınıfındayken ünlü cerrah Siyami Ersek ile tanıştı. Dr. Siyami Ersek, 1968’de Dr. Kemal Beyazıd'dan 24 saat sonra Türkiye'nin ikinci kalp naklini gerçekleştiren isimdi. Derste, yaptığı kalp naklini anlattı ve bu olaydan çok etkilenen Serap Aykut, Siyami Ersek hocadan merkezinde pratik yapma izni istedi.
O günleri anlatırken gözlerini uzaklara yatırıyor, geçmişi sevgi ve gururla andığı hissediliyor: “O zaman küçücük tıfıl bir kızdım. Siyami hocama, ‘Boş zamanlarımda merkezinizde çalışabilir miyim’ diye sordum. Tıp fakültesinde ikinci sınıf doktoradır, çok ağırdır. Hocam da bana, ‘Eğer derslerinden pekiyi alırsan, karnenle birlikte yazın bekliyorum’ dedi. Ben de bütün derslerimden çok iyi not aldım ve yazın hocanın kapısına dikildim. Geriye doğru düşündüğüm zaman belki Türkiye’de çok şeye sahip bir doktor oldum. Hakikaten bu bir yerde şans ama aynı zamanda insanlar kaderlerini kendileri çiziyor diye düşünüyorum. O günden sonra okulu bitirene kadar bütün tatillerde, hatta boykotlarda bile burada çalıştım.”
DR. ERSEK’İN HASTANEDEKİ BAKIMINI ÜSTLENDİÇalışmalarıyla kısa sürede adından söz ettiren Dr. Aka, Dr. Siyami Ersek'in manevi kızı oldu. Öyle ki kız evladı olmayan Dr. Siyami Ersek, hayatının son günlerini hastanede geçirirken bakımını Dr. Serap Aka üstlendi. O da Aka’yı özel gününde yalnız bırakmadı ve hasta yatağından, Dr. Serap Aka’nın nikâh şahidi olmak için kalktı.
Doç. Serap Aykut Aka, Dr. Denton Cooley ile birlikte.


Türkiye’de Dr. Siyami Ersek’ten kalbe dair bilgiler edinen Dr. Serap Aykut Aka, eğitimini tamamlamak için rotasını İsviçre ve Amerika’ya çevirdi. ABD'deki Texas Heart Institute'de dünyanın ilk ve en büyük kalp cerrahlarından Dr. Denton Cooley ile çalıştı. “Dr. Cooley’in birçok yerde çıkan yazılarında benden övgüyle söz etmesi çok mutluluk verici ve motive edici oldu. Bunlar benim için en güzel kazanımlardır, gurur vericidir” diye anlatıyor.
‘YAPAMAZSIN DEDİLER AMA İNANDIM VE BAŞARDIM’Dr. Aka, 1997’den 2008 yılına kadar Türk Kalp Damar Cerrahisi Derneği’nin genel sekreterliğini de yaptı, halen Siyami Ersek Göğüs-Kalp Damar Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde eğitim görevlisi. Hastanenin Transplantasyon Kalp Nakli Koordinatörlüğü görevini de yürüten Aka, 33 yıl önce kalp cerrahlığına başlarken özellikle erkek meslektaşlarından bu işi başaramayacağına yönelik eleştiriler almış ama hiç yılmamış: “Tepkilerin üstünde durmadım. Kendime inandım ve başardım” diyor.
‘KENDİNİZE BİR SAAT BİLE AYIRMAMALISINIZ’Doç. Dr. Serap Aykut Aka’ya göre, cerrah olmakla organ nakli yapan bir cerrah olmak arasında çok fark var. Organ nakli doktorluğunun hayata bakış açısını fazlasıyla değiştiren bir çalışma alanı olduğu düşüncesinde. Aka’nın en bu konudaki olmazsa olmazı ise organ nakli doktorluğunda iş ve özel hayat kavramlarının bir kenara bırakılması gerekliliği:
‘DÜĞÜN-BAYRAM HAVASIYLA AMELİYATA GİRİYORUM’“Kendinize ait bir saatiniz bile olmamalı, bütün hayatınızı içinde bulunduğunuz organ nakli programına ayırmış olmalısınız. Çünkü kalp cerrahisi yaparken, kalp nakli bekleyen veya nakil olmuş hastalarınızla adeta birlikte yaşıyorsunuz. Hayatını kaybetmek üzere olan bir hastanıza günlerce beklediğiniz kalp, gecenin bir vaktinde çıktığı zaman büyük bir mutluluk duyuyorsunuz. Bütün günün yorgunluğu ile uyurken kalkıp hastaneye gitmek ve böyle bir ameliyata girmek çok zor olabilir ama siz koşarak ve sevinç içinde gidiyorsunuz. Bir düğün-bayram havasıyla ameliyata giriyorsunuz. Elinize başka birinin hayatını kurtaracak bir kalp gelmesi, nakil işleminden sonra da o kalbin o vücutta başarıyla çalışması, bütün amacımız ve mutluluk kaynağınız oluyor.”
‘ELLERİMDE İLAHİ BİR GÜCÜN VARLIĞINA İNANIYORUM’“İkinci hayat”ı veren doktorlarda bir tanrı sendromundan bahsedilir… Acaba durmak üzere olan bir kalbin yerine başka birini takarak, damarlarda yeniden kan akışını sağlamak Dr. Aka’ya aynı sendromu yaşatıyor mu?
Aka, ‘Tanrı Sendromu” kavramına katılmıyor ama ölümle yaşam arasında gidip gelen bir çizgide çalışırken, ellerinde ilahi bir gücün varlığını hissettiğini söylüyor. “Çünkü avucunuzun içinde atan bir kalbi hissetmek çok farklı, çok güzel bir olay. Her gün, elime aldığım her kalp bana çok büyük ilahi şeyler hissettirir” diyen Dr. Aka yine kalp cerrahisine vurgu yapıyor:
“Bu duyguyu bütün doktorlar hissedebilir ama cerrahlar, özellikle de kalp cerrahları daha yoğun şekilde hisseder. Sizin arkanızda görülmeyen bir el var. Yani hasta üzerinde yapılan işlemleri sizin ellerinizin becerisi neticelendiriyor ama size aslında bu imkânı veren, hastanın da hayatta kalmasına fırsat tanıyan bir ilahi güç, bir Tanrı varlığına, kalp cerrahları daha çok inanırlar, çünkü bunu çok iyi hissederler. Yetiştirdiğim arkadaşlarıma hep şunu öğütlerim: Hiçbir şekilde ellerinize hayran olmayın. ‘Ben ameliyatı çok güzel yapıyorum, benim ellerim çok iyi, bu konuda çok usta’ demeyin. Çünkü buna fırsat veren Allah’tır. Sen bu nedenle böbürlenemezsin, zaten ‘ben’ diye bir şey yoktur. Hepimiz bu döngünün içindeki varlıklarız. Bunun arkasında size bu fırsatı verenin, ilahi gücün varlığını bilmek lazım. Çünkü doktorlar bu şekilde övünmeye kalkarlarsa bir süre sonra hastalarını kaybetmeye başlayabilirler.
Doç. Dr. Serap Aykut Aka ameliyat ekibiyle.


Yani birine bir kalp taktığınızda ve o kalp çarpmaya başladığında orada Tanrıya şükrediyorsunuz. ‘Allah’ım birinin hayata dönmesinde aracı olma fırsatını bana verdiğin ve beni böyle bir mutlulukla sevindirdiğin için binlerce kez şükürler olsun’ diyorsunuz. Çünkü doktorluk felsefesinin özünde insanlara hizmet ve bunun verdiği mutluluk var. Tabii ki her insan hayatını devam ettirebilmek için maddiyatı gözetebilir ama doktorların birinci planda taşıması gereken duygu; insanlara hizmet edebilmenin verdiği mutluluk olmalı.”
‘NAKİL HASTASI EN MUTLU BAYRAM GÜNÜNÜ YAŞIYOR’Dr. Aka, bu duygularla neşteri eline alıyor, peki nakil yapılacak hastanın duyguları? Cerrah, ameliyat masasına yatmaya hazırlanan her hastanın gözlerinde beliren o endişe ve korkuyu, nakil bekleyen kişide de görüyor mu? Doç. Aka, bir hastasından örnek vererek yanıtlıyor: “Normal kalp ameliyatına girecek olan hastanın gözlerinde bir korku vardır ama nakil bekleyen hastanın gözünde o korku olmuyor, aksine hasta belki de hayatının en mutlu bayram gününü yaşıyor. Mesela 2008 yılında nakil yaptığım bir hastam ameliyata böyle girmişti. Kalp yetmezliği olan 35 yaşındaki bir hastaydı ve tek hayatta kalma şansı kalp nakliydi. O hastam o kalbi yaklaşık 2 sene beklemişti. Şimdi çok iyi, kendisinin bir işkembe çorbası dükkânı var ve orada aktif şekilde hayatını devam ettiriyor. Dışarıdan baktığınızda eğer yüzünde maske yoksa kalp nakil hastası olduğunu asla anlayamayacağınız kadar sağlıklı.”
‘YETİŞTİRDİĞİM ASİSTANLAR ÇOCUĞUM GİBİ’Doç. Dr. Serap Aka, öylesine büyük bir mesleki idealle yola çıkmış ki anne olmayı bile arka plana atmış. Bu kararı fedakârlık olarak nitelendirmekle beraber, “Ama bunun eksikliğini hiç hissetmedim, yetiştirdiğim insanlar bana bu sevgiyi veriyorlar” diyor ve şöyle devam ediyor:
“Kalp cerrahisi yapmanın ne kadar zor olduğunu biliyordum, bir de erkeklerle mücadele edeceğimi düşünmüştüm. Meslekte iyi bir yere gelebilmek adına eforumu yalnızca bu mesleğe harcamam gerektiğine karar verdim. Çünkü bir de işin içine ev hanımlığı ve annelik formasyonu girerse erkek meslektaşlarımdan bir adım geride başlayacaktım. Bunu düşünerek evlenmemeyi ve çocuk sahibi olmamayı aklıma koydum. 
Aka, iyi bir Galatasaray taraftarı olduğunu söylüyor.


Geç evlendim ve çocuk sahibi olmadım. Çok sevdiğim, çok değer verdiğim bir eşim var, kendisi güzel sanatlar mensubu. O da bana çok destek oldu, her zaman yanımda durdu, bu destek de benim için çok önemliydi. Şimdi beni takip eden genç kadın cerrahlara da bunu öğütlüyorum. Hepsi de benim bulunduğum pozisyondan çok daha ileriye gidecektir ama bunun için ne gibi fedakârlıklar yapılması gerektiğini de görmeleri lazım.”
“Çocuk sahibi olmadım ama yetiştirdiğim asistanlar çocuğum, evladım oldu, onlarla gurur duyuyorum” diyen Doç. Aka’ya annelik duygusunu hissettiren başka birileri daha var, Dr. Aka sayesinde ‘ikinci şans’ı yakalayanlar:
HASTALARI ‘ANNE’ DİYE HİTAP EDİYOR“Bazı hastalarım bana ‘anne’ diyor. Herhalde annelerinden sonra ikinci kez onlara hayat verdiğimi düşündükleri için veya öyle yorumladıkları için bana da ‘anne’ diye hitap ediyorlar. Çünkü acıları beraber paylaşıyoruz. Hasta ameliyat masasındayken siz de hemen hemen onunla aynı acıyı ve heyecanı yaşıyorsunuz. Ameliyattan sonra da ayağa kaldırıp evine gönderene kadar onunla kafa kafaya veriyorsunuz. Daha kalp nakli programına alınıp da ilk karşılaştığınızda artık birbirinize kenetleniyorsunuz. O size yöneliyor ve belki de her dakika sizinle yaşıyor. Siz de hastalarınızı tek tek her gün görmeseniz bile, gecenin bir vaktinde telefon gelip de O’na kalp çıktığını öğrendiğiniz zaman onunla yeni bir hayata doğru mücadeleye başlıyorsunuz. Trans sayıları arttıkça, hastalarım sağlıklı bir şekilde hastaneden çıktıkça mutlu oluyorum. Ben hayatım boyunca böyle mutluluklar yaşadım ve hep şükrettim.”
HER KALP NAKLE UYGUN DEĞİLMedikal tedavi veya çeşitli cerrahi işlemlere rağmen hayatta kalamayacak durumda kalp sorunu olanlar kalp nakline aday. Kalp yetmezliği olan hasta bir program dahilinde takip ediliyor. Eğer bu koroner damar tıkanıklıklarına bağlı bir kalp yetmezli ise bypass ile hastanın hayatını bir süre daha devam ettirmesi amaçlanıyor. Buna rağmen hayatını devam ettiremeyecekse kalp nakli listesine alınıyor. Bu konumdaki hastalardan en acil olanlar seçilip Ulusal Koordinasyon Merkezi’ne bildiriliyor. Uygun donör çıktığı zaman da nakil yapılıyor. Nakledilecek kalbin sağlıklı çalışabilmesi için vericinin göğüs travması geçirmemiş, kalp masajı yememiş ve yoğun bakımda iyi bakılmış olması gibi kriterler aranıyor.
EMPATİNİN SINIRI NE OLMALI?Hastaneye yolu düşen insanlardan bazen, ‘Doktor beni anlamıyor, kendisini benim yerime koyamıyor’ yakınmasını duyarız. Kronik ve önemli bir hastalığı olup da doktorların kapısını sık çalan, hayatıyla ilgili soruların cevaplarının doktorunda olduğunu düşünen ama o sorulara cevap alamayan hastalar da kendilerini daha çaresiz hissediyor. Hastalık karşısında yavaş yavaş gücünü kaybettiğini hisseden hasta, böyle durumlarda doktorun empati yoğunluğunu sorguluyor. Bazı doktorlar ise fazla empatinin kendilerine zarar verebildiği görüşünde. Peki, sağlık çalışanlarında empatinin sınırı ne olmalı? Dr. Aka’nın yorumu tıbbın; ‘hastalık yoktur, hasta vardır’ ilkesine vurgu yapar nitelikte:
Doç. Dr. Serap Aykut Aka

“Bazen bir bakarsınız gecenin bir yarısı şikâyeti acil olmayan bir hasta yatağından kalkıp size gelmiştir. Muayene ettiğinizde esasen sizin için hiç de önemli bir şey oktur ama demek ki hasta için önemli bir şey var ki gece yatağından kalkıp geliyor. Kendinizi onun yerine koyun ve onun gözünden hastalığa bakmaya çalışın. Hastalık bütün insanlar içindir, kendiniz hasta olduğunuz zaman doktorunuza ne derece ümitle baktığınızı bir düşünün, çünkü doktorlar da hasta oluyor. Onlar da kendilerini karşılarındaki doktora emanet ediyor. Yani ben hasta olduğumda ‘acaba doktorum bana ne söyleyecek, bana ne kadar faydalı olacak’ diye düşünüp, beni iyileştirmesini ümit ediyorsam, hastam da bana aynı gözle bakıyor.
DOKTORLAR DA ÇARESİZ KALIRBenim en çok üzüldüğüm anlar; hastaya hiçbir şey yapamayacağım durumlardır. Mesela öyle koroner arter hastaları çıkıyor ki kalp ve damarlar ileri derecede bozuk oluyor, ameliyat şansı olmuyor. Bunu hastaya söylerken üzülüyorsunuz, ilaç verdiğiniz zaman hasta iyileşeceğini düşünüyor. Oysa siz onun ilaçla iyi olmayacağını biliyorsunuz. İşte bunlar doktorların aciz kaldığı durumlardır. Bir hastamın karşısında bu noktaya geldiğim zaman çok üzülürüm, kendimi çaresiz hissederim. Bütün doktorların da böyle düşündüğüne inanıyorum. Onun için iyi hizmet etmek ve bundan da mutluluk duymak istiyorsanız öncelikle iyi bir empati gücüne sahip olacaksınız. Hastayı maddi olarak görmeyeceksiniz. Hizmet ederken de hastanın önce kişiliğini kavrayıp, ona göre tedavi edeceksiniz. Çünkü her hasta farklı bir kişiliktir ve her hastaya yaklaşım farklı olmalıdır.”
‘İNSAN SEVGİNİZ YOKSA DOKTOR OLMAYIN’Son zamanlarda bazı tartışmalar yaşanıyor olsa da doktorluk toplumda rağbet gören prestijli mesleklerden biri. Aileler genellikle çocuklarının tıp fakültesini kazanmasını ve doktor olmasını istiyor ve çocuğu yönlendiriyor. Adeta hayatını bu mesleğe adamış olan Doç. Serap Aykut Aka’ya, ‘ailelere ve tıp okumak isteyen gençlere öneriniz ne olur’ diye soruyoruz. Aka’nın bu konuda tek şartı var:

“Aileler doktorluk konusunda çocuğuna ısrar etmemeli, çocuğuna sormalı. Eğer çocuğunda insanlarla iyi iletişim kuramayan bir taraf seziyorlarsa tıbba yönlendirmemeli. Yani eğer insanlara hizmet amacınız ve insan sevginiz varsa doktor olun, yoksa doktorluk mesleğini seçmeyin derim.”
‘DOSTLARINIZ SADECE MEZARINIZA KADAR GELİR’İstatistikler dünyada da Türkiye’de de organ bağışının yetersiz olduğunu gösteriyor. Anket çalışmalarına göre insanların kafasında, “Acaba organlarımı bağışlarsam, ben ölmeden organlarım, kalbim alınır mı” gibi sorular var. Bir de dini nedenlerden veya yanlış bilgilerden dolayı insanlar organlarını bağışlamak istemiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın organ bağışının dinen caiz olduğuna dair beyanını hatırlatan Aka, 20 yıl önce tüm organlarını bağışlamış. “Organlarım 20 yıldır bana emanet” diyen Doç Dr. Serap Aykut Aka, “Biz bu dünyayı yaşayıp gidiyoruz, başka bir dünyaya bizimle birlikte yaptığımız iyi işler gidecek” diyor ve organ bağışı çağrısında bulunuyor:
Dr. Serap Aka, 8. Cumhurbaşkanı merhum Turgut Özal ile birlikte.


“Bütün maddi varlıklarınız bu dünyada kalıyor, dostlarınız da sizinle birlikte mezarınıza kadar geliyor sonra herkes evine dönüyor ama yaptığınız işler ebedi dünyaya sizinle birlikte gidiyor. Bu nedenle en büyük iyiliğin organ bağışı olduğuna inanıyorum. Organ bağışlamak çok yüce, çok kutsal bir duygu.”
KİMLER ORGAN BAĞIŞLAYABİLİR?18 yaşını geçmiş her birey organlarını bağışlayabiliyor. Bunun için organ bağışı merkezlerinde doldurulacak form ile bağış kartı almak gerekiyor. Ama bu kart olsa bile beyin ölümü gerçekleştiği zaman aile onayının alınması zorunlu. Hastanın hiçbir bağışı olmadığı zaman da beyin ölümü gerçekleşen kişinin ailesine organ bağışı teklif ediliyor. Türkiye’nin her yerinden bir beyin ölümü gerçekleştiği zaman organ nakli koordinatörlüğüne bildirme zorunluluğu var. Bu konudaki en önemli görev de organ nakli koordinatörlerine düşüyor. Dört doktor tarafından beyin ölümü gerçekleştiğine dair rapor alınıyor, koordinatörler beyin ölümü gerçekleşen kişinin organ nakline uygun olup olmadığını belirliyor ve aileden organ bağışı talep ediliyor.

0 yorum:

Yorum Gönder

En Çok Okunan Haberler

Google Arama