'Hasta Avrupa'nın hasta çocukları
'Sovyet İmparatorluğu'nun dağılmasıyla birlikte Doğu Avrupa'daki ülkelerin özgürlüğe kavuştuğu sanılıyordu. Ancak bu ülkelerin AB'den umduğunu bulamamasına son Euro krizi de eklenince aşırı sağ hızla yükselişe geçti. Araştırmalar AB'nin motor gücü Almanya'da bile doğu ile batı arasındaki ayrımın gittikçe derinleştiğini gösteriyor.
Fulya CANŞEN
ntvmsnbc
Almanya’da sonuçları kamuoyuna yeni duyurulan bir araştırma, bu ülkede aşırı sağın yükselmesini eski Doğu Almanya’nın mirası olarak gösteriyor. Doğu Almanların DDR döneminde edindiği diktatörlük deneyiminin altı çizilen araştırmada Doğuluların hala çoğulcu demokrasiyi reddettikleri sonucuna varılıyor. Almanya’nın tanınmış sosyologlarından Wilhelm Heitmeier’in idaresinde yapılan araştırmaya göre, Doğu Almanların yüzde 59’u Almanya’da çok fazla yabancı yaşadığını düşünüyormuş. Bu oran batılılar arasında yüzde 44.5 olarak tespit edilmiş. Araştırmaya katılan Doğuluların yüzde 10‘unun yabancılara şiddet kullanılmasını onaylaması elbette endişe verici bir sonuç. Ama bu araştırmanın ortaya çıkardığı endişe verici bir başka sonuç da Almanya’da Doğu ve Batı arasındaki ayrımın henüz ortadan kalkmadığı hatta son yıllarda arttığı. Bu eğilimi AB içinde de hissetmek mümkün.
MUHALİFLER SİNDİRİLİYOR
Macaristan bunun en güncel örneği. 2010 başında oyların yüzde 53’ünü alarak iktidara gelen Viktor Orban, seçim yasası sayesinde yüzde 68 oranında milletvekili çıkararak Macaristan Anayasası’nı değiştirmek için gerekli çoğunluğu elde etti. Orban bu gücünü kullanarak muhalefetle uzlaşmadan, kamuoyunda tartışmadan ve halk oylamasına ihtiyaç duymadan anayasaya istediği şekli vererek bu yılın başında yürürlüğe soktu. Anayasa ile birlikte yürürlüğe giren çok sayıda kanun hükmünde kararname ve ek yasalarla Orban, hükümetin sadece yargı değil, merkez bankası, sayıştay, seçim komisyonu ve medya üzerindeki yetkisini de arttırdı. Sadece Macar muhalifleri değil AB de Orban hükümetinin yavaş yavaş diktatörlük kurduğunda hemfikir.
Macaristan bunun en güncel örneği. 2010 başında oyların yüzde 53’ünü alarak iktidara gelen Viktor Orban, seçim yasası sayesinde yüzde 68 oranında milletvekili çıkararak Macaristan Anayasası’nı değiştirmek için gerekli çoğunluğu elde etti. Orban bu gücünü kullanarak muhalefetle uzlaşmadan, kamuoyunda tartışmadan ve halk oylamasına ihtiyaç duymadan anayasaya istediği şekli vererek bu yılın başında yürürlüğe soktu. Anayasa ile birlikte yürürlüğe giren çok sayıda kanun hükmünde kararname ve ek yasalarla Orban, hükümetin sadece yargı değil, merkez bankası, sayıştay, seçim komisyonu ve medya üzerindeki yetkisini de arttırdı. Sadece Macar muhalifleri değil AB de Orban hükümetinin yavaş yavaş diktatörlük kurduğunda hemfikir.
Avrupa Komisyonu geç de olsa Macaristan hükümetini, AB yasalarını çiğnediği için uyardı ancak hükümet henüz somut bir adım atmadı. Avrupa basını ile ilişki içinde bulunan Macar gazeteciler, Orban hükümetinin geçen yıl yürürlüğe soktuğu baskıcı medya yasasının yardımıyla bir korku imparatorluğu oluşturulduğu, buna uymayan pek çok meslektaşının ya sindirildiği ya da işinden edildiğini anlatıyor.
POST SOVYET SİYASİ KÜLTÜR ATAKTA
Örneğin Macar devlet radyosunun dış muhabirlerinden Gábor Nemes, "Eğer bir kez işten atılmış ve sakıncalılar listesinde yer almışsanız, bir daha iş bulmanız mümkün değil. Özel medya kuruluşları hatta yerel olanlar bile size kapılarını kapatıyor" diyor. Nemes, Orban hükümetinin diktatörlüğünü nasıl yerleştirebildiğini de şu sözlerle aktarıyor: "Çok basit. Beğenmediğiniz kurumun yapısını değiştiriyorsunuz. Hatta bazen adını değiştirmeniz bile yeterli oluyor. Geçen yıl iki televizyon, bir radyo kanalı ve devlet haber ajansı bir kurumun çatısı altında yani iktidarın elinde toplandı. Hatta devlet ihaleleri ya da AB fonlarına ihtiyacı olan işverenler bile siyasi olarak göze batma korkusu içindeler. Bütün bunlar bana Rusya’yı hatırlatıyor."
Örneğin Macar devlet radyosunun dış muhabirlerinden Gábor Nemes, "Eğer bir kez işten atılmış ve sakıncalılar listesinde yer almışsanız, bir daha iş bulmanız mümkün değil. Özel medya kuruluşları hatta yerel olanlar bile size kapılarını kapatıyor" diyor. Nemes, Orban hükümetinin diktatörlüğünü nasıl yerleştirebildiğini de şu sözlerle aktarıyor: "Çok basit. Beğenmediğiniz kurumun yapısını değiştiriyorsunuz. Hatta bazen adını değiştirmeniz bile yeterli oluyor. Geçen yıl iki televizyon, bir radyo kanalı ve devlet haber ajansı bir kurumun çatısı altında yani iktidarın elinde toplandı. Hatta devlet ihaleleri ya da AB fonlarına ihtiyacı olan işverenler bile siyasi olarak göze batma korkusu içindeler. Bütün bunlar bana Rusya’yı hatırlatıyor."
Peki nasıl oldu da Viktor Orban bir buçuk yıl içerisinde ülkeyi bu kadar değiştirdi? Yoksa AB üyeliği öncesi yere göğe konulmayan “dönüşüm” gerçek değil miydi?
BANKALAR DA YATIRIMCILAR DA KAÇIYOR
Bu soruların yanıtları daha çok ekonomik gelişmelerde gizli. Macaristan ve Doğu Avrupa ülkelerinde üyelik süreci ile başlayan ekonomik canlanma 2008 yılındaki krize kadar sürdü. 2008 krizinden tam toparlanmaya başayan Doğu Avrupa bu kez Euro krizi ile karşı karşıya kaldı. Polonya dışında hemen hepsi bütçe açığı, dış borçlar, işsizlik ve enflasyonla mücadele ediyor.
Bu soruların yanıtları daha çok ekonomik gelişmelerde gizli. Macaristan ve Doğu Avrupa ülkelerinde üyelik süreci ile başlayan ekonomik canlanma 2008 yılındaki krize kadar sürdü. 2008 krizinden tam toparlanmaya başayan Doğu Avrupa bu kez Euro krizi ile karşı karşıya kaldı. Polonya dışında hemen hepsi bütçe açığı, dış borçlar, işsizlik ve enflasyonla mücadele ediyor.
AB müzakereleri sırasında Doğu Avrupa’ya adeta yağan yabancı sermaye, kendilerine sağlanan vergi indirimi gibi ayrıcalıklar sona erince daha doğuya gitmeye başladı. Bölgedeki finans sektörünün büyük bir kısmını elinde tutan Batı Avrupalı bankalar Euro krizi nedeniyle sermaye artırımında zorlanınca Doğu Avrupa’da kredi hacimlerini büyük oranda azalttı. Hata bu yüzden 2011 Nisan’ında sona eren Viyana İnsiyatifinin yeniden harekete geçirilmesi ve sözkonusu bankaların bölgedeki varlığını koruması için AB fonları ve IMF yardımlarından destek alması planlanıyor. Doğu Avrupa’nın belini en çok büken etkenlerden biri de yolsuzluk.
KALİFİYE ELEMAN GÖÇ EDİYOR
Yolsuzluğun en yoğun yaşandığı ülkelerden Romanya’da örneğin ücretler o kadar düşük ki, halk çareyi kaçmakta buldu. 2010 yılında kamu çalışanlarının ücretlerinde yüzde 25, emekli maaşlarında yüzde 15’lik kesintiye gidildi. Artık kalifiye ve eğitimli Rumenler de ülkeyi terk ediyor. Öyle ki bazı şehirlerde doktor açığı yüzünden sağlık hizmetleri felce uğramış durumda.
Yolsuzluğun en yoğun yaşandığı ülkelerden Romanya’da örneğin ücretler o kadar düşük ki, halk çareyi kaçmakta buldu. 2010 yılında kamu çalışanlarının ücretlerinde yüzde 25, emekli maaşlarında yüzde 15’lik kesintiye gidildi. Artık kalifiye ve eğitimli Rumenler de ülkeyi terk ediyor. Öyle ki bazı şehirlerde doktor açığı yüzünden sağlık hizmetleri felce uğramış durumda.
Devlet Başkanı Traian Basescu gibi para ve iktidar sahibi olanlar yurt dışında tedavi oluyor, yoksullarsa hastane koridorlarında torpil arıyorlar. Romanyalı siyaset bilimcisi Cristian Pârvulescu, haftalık Alman Der Spiegel dergisine verdiği demeçte, ekonomik sıkıntının siyasete yansımasına dikkat çekerken sadece ülkesinde değil, Doğu Avrupa’nın bütününde bir demokrasi krizi olduğundan söz ediyor. Halkın AB üyeliğinden önceki beklentilerinin çoğunun karşılanmadığını söyleyen Pârvulescu, bu ülkelerde populizm ve nasyonalizmin geri dönmesinden endişe duyuyor.
AB’NİN BASKISI AŞIRI SAĞA YARIYOR
Nasyonalizmin izleri ve onun yarattığı AB karşıtı atmosfer bütün Doğu Avrupa’ya yayılmış görünüyor. Macaristan’da Orban hükümetini iktidara getiren seçimde aşırı sağcı Jobbik partisi de oyların yüzde 17’sini elde etmişti. Jobbik’in aşırı sağcı paramiliter “Macar Cephesi” nin siyasi kolu olduğu ve bazı konuları Başbakan Orban’a dikte ettiği biliniyor. Parti Lideri Gábor Vona, AB’nin Macaristan hükümetine yönelik her türlü baskısını bugüne kadar lehine çevirmeyi başardı. AB’nin ultimatomuna AB bayrağını yakarak karşılık veren Vona’nın Yahudi ve Roman karşıtı tutumundan Macaristan halkının da etkilendiği aşikar.
Nasyonalizmin izleri ve onun yarattığı AB karşıtı atmosfer bütün Doğu Avrupa’ya yayılmış görünüyor. Macaristan’da Orban hükümetini iktidara getiren seçimde aşırı sağcı Jobbik partisi de oyların yüzde 17’sini elde etmişti. Jobbik’in aşırı sağcı paramiliter “Macar Cephesi” nin siyasi kolu olduğu ve bazı konuları Başbakan Orban’a dikte ettiği biliniyor. Parti Lideri Gábor Vona, AB’nin Macaristan hükümetine yönelik her türlü baskısını bugüne kadar lehine çevirmeyi başardı. AB’nin ultimatomuna AB bayrağını yakarak karşılık veren Vona’nın Yahudi ve Roman karşıtı tutumundan Macaristan halkının da etkilendiği aşikar.
Yapılan son kamuoyu yoklaması her üç Macar’dan ikisinin Yahudilerin ülke ekonomisinde fazla etkili olduğuna ve Romanların genetik olarak şiddet yanlısı olduğuna inanıyor. Hem Macaristan’ı hem de AB’yi değiştirmeyi hedefleyen Jobbik’in Avrupa Parlamentosu’nda üç sandalyesi olduğunu da hatırlatalım.
NASYONEL SOSYALİST Mİ ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇISI MI?
Krize rağmen Euro’ya geçen Estonya’da da AB karşıtlığı ve aşırı sağcı ideoloji güçleniyor. Hazırlanan yeni bir taslakla Estonyalılar, Alman Nasyonal Sosyalistler’in silahlı birimi Waffen SS’e katılanların, Sovyet güçlerine karşı mücadele verdiği gerekçesi ile “özgürlük savaşçısı” olarak tanınmasını istiyor. Baltık ülkeleri arasında en özgürlükçü ve liberal olanı Estonya.
Krize rağmen Euro’ya geçen Estonya’da da AB karşıtlığı ve aşırı sağcı ideoloji güçleniyor. Hazırlanan yeni bir taslakla Estonyalılar, Alman Nasyonal Sosyalistler’in silahlı birimi Waffen SS’e katılanların, Sovyet güçlerine karşı mücadele verdiği gerekçesi ile “özgürlük savaşçısı” olarak tanınmasını istiyor. Baltık ülkeleri arasında en özgürlükçü ve liberal olanı Estonya.
AB’ye üye olduğu sırada bile Rus azınlıklarla olan sorununu çözemeyen Letonya’ya aşırı sağcı partinin ortak olduğu bir koalisyon hükümet ediyor. Gerçi “Her şey Letonya için” adlı parti Neonazi gibi tanımlamaları reddediyor ama SS gazilerinin törenlerini organize etmekten, eşcinsellere karşı protesto yürüyüşleri düzenlemekten çekinmiyor. Aynı partinin Avrupa Parlementosu’nda İngiliz muhafazakarlarla aynı grupta yer alıyor olması da gerçek bir ironi.
SS destekçlerinin kahraman ilan edilmesi sadece Baltık da değil, Slovakya, Slovenya, Hırvatistan gibi ülkelerde de tartışılıyor. Özünde Sovyet korkusu olan bu tek boyutlu tarih anlayışı, nasyonal sosyalizm ya da faşizm karşıtlığını azaltırken, Doğu Avrupa’yı AB değerlerinden uzaklaştırıyor.
REFORM YORGUNU HALK UMUTSUZ
Örneğin Çek Cumhuriyeti’nde AB Maliye Paktı ağır bir siyasi krize neden oldu ve iktidardaki siyasetçiler AB karşıtı söylemlerini arttırdılar. Slovakya’da ise Euro kurtarma fonu ile ilgili meclis oylaması erken seçim kararına yol açtı. Anketler önümüzdeki mart ayında yapılacak genel seçimde populist Robert Fico’nun iktidara gelebileceğine işaret ediyor.
Örneğin Çek Cumhuriyeti’nde AB Maliye Paktı ağır bir siyasi krize neden oldu ve iktidardaki siyasetçiler AB karşıtı söylemlerini arttırdılar. Slovakya’da ise Euro kurtarma fonu ile ilgili meclis oylaması erken seçim kararına yol açtı. Anketler önümüzdeki mart ayında yapılacak genel seçimde populist Robert Fico’nun iktidara gelebileceğine işaret ediyor.
AB’den çok ABD’nin yanında yer almayı tercih eden Romanya hükümetinin tasarruf planları halkı sokağa döktü ve hatta gösterilerde arbede yaşandı. Sosyalist sistemin çöküşü, AB uyum süreci derken sayısız reform ve yasal değişiklikten yorulan Doğu Avrupa halkının demokrasiye ve devletin kurumları ile AB’ye olan güveni giderek azalıyor. Macar ekonomist László Lengyel, bu gelişmeyi yetmişli ve seksenli yılların sosyalizmine benzetiyor ve halkın umutsuzluğunun aşırı sağı beslemesinden endişe ediyor.
YENİ BİR SINIF SAVAŞI MI BAŞLIYOR
Bu genel tabloya bakarsak Macar Filozof Gáspár Miklós Tamás’a hak vermemek mümkün değil. Doğu bloğunun çökmesinden sonra nükleer güç dengesi ile kapitalizm ve sosyalizm arasındaki dengenin de bozulduğuna dikkat çeken Tamás, Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya gibi güçlü Batı Avrupa ülkelerinde de yeşeren aşırı sağcı eğilimlerin altını çiziyor. Tamás’a göre, işsizlik ve yoksulluk artık solu değil, aşırı sağı besliyor ve dolayısı ile artık entelektüeller tarafından desteklenmeyen işçi sınıfı, kendinden daha aşağıda olan göçmenlere ve azınlıklara karşı bir tutum içine giriyor.
Bu genel tabloya bakarsak Macar Filozof Gáspár Miklós Tamás’a hak vermemek mümkün değil. Doğu bloğunun çökmesinden sonra nükleer güç dengesi ile kapitalizm ve sosyalizm arasındaki dengenin de bozulduğuna dikkat çeken Tamás, Almanya, Avusturya, Fransa ve İtalya gibi güçlü Batı Avrupa ülkelerinde de yeşeren aşırı sağcı eğilimlerin altını çiziyor. Tamás’a göre, işsizlik ve yoksulluk artık solu değil, aşırı sağı besliyor ve dolayısı ile artık entelektüeller tarafından desteklenmeyen işçi sınıfı, kendinden daha aşağıda olan göçmenlere ve azınlıklara karşı bir tutum içine giriyor.
Yukarıda belirttiğimiz Almanya’daki araştırma da, hem ülkenin hem de AB’nin yoksul kalan doğusundaki gelişmelerin altını bir kez daha çiziyor.
0 yorum:
Yorum Gönder