3 Şubat 2012 Cuma

İŞTE BAYRAKTAR'IN İFADESİ

İŞTE BAYRAKTAR'IN İFADESİ

Odatv davası, İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde görülen duruşmayla devam etti. Gergin başlayan duruşmaya, tutuksuz sanık İklim Kaleli'nin saatler süren ifadesi damga vurdu.


Savunmanın ardından oturuma kısa bir ara verildi. İki dakika olması beklenen ancak 25 dakika süren aranın ardından kürsüye İklim Bayraktar çıktı. Ceza Muhakemeleri Kanunu'nun 200'üncü maddesi doğrultusunda, Bayraktar'ın ifadesi için diğer sanıklar ve izleyiciler salondan çıkarıldı. Ancak izleyiciler yeniden içeri alındı.

Konuyla ilgili yasa şöyle: "Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir. Sanık tekrar getirildiğinde, tutanaklar okunur ve gerektiğinde içeriği anlatılır."

"İKLİM KALELİ'NİN SÜREKLİ AĞLADIĞINI GÖRDÜK"

Kararın ardından Kaleli dışındaki sanıklar duruşma salonundan dışarı çıkarıldı. İzleyicilerin de dışarı çıkması yönünde verilen karar üzerine avukatlar ilgili madde gereğince, izleyicilerin dışarı çıkmasının gerekmediğini söyleyince izleyiciler salona tekrar alındı. Mahkeme Başkanı Ekinci, "İklim Kaleli'nin sürekli ağladığını gördük. Hatta bu karar sizin de lehinize oldu farketmediniz" diyerek avukatların itiraz taleplerinin reddedildiğini açıkladı.

"KİMSE AVUKATIM OLMAK İSTEMEDİ"

Yaşananların ardından İklim Kaleli savunmasına Oda TV ile olan ilişkisine değinerek başladı. Kaleli, "O dönem ANKA, Habertürk, Sözcü ve Oda TV'ye iş başvurusunda bulunmuştum. Bana olumlu yanıtı Oda TV verdiği için orada çalışmaya başladım. Yalçın Küçük'le de Ulusal Kanal'ın gecesinde tanışmıştım. Onun dışında bir tanışıklığımız yok. Zaten hakkımdaki iddialardan sonrada bir daha görüşmedim. Beni tanıyacağını bile sanmıyorum" diye konuştu. Soruşturma sürecinde serbest bırakılmasına ilişkin yer alan haberlere tepki gösteren Kaleli, hakkında yürütüldüğünü iddia ettiği karalama kampanyasının sonucu olarak birçok avukatın kendisinin avukatı olmak istemediklerini belirtti.

"SONER YALÇIN İLE TALİHSİZ BİR KONUŞMA YAPTIM"

Oda TV davasından tutuklu yargılanan Soner Yalçın ile yaptığı telefon görüşmesini talihsiz olarak niteleyen Kaleli, "Soner Yalçın ile konuşmam mı beni burada savunma yapmaya itti? Deniz Baykal ile ilgili iddia ortaya atmadım, o telefon görüşmesinde bahsi geçen konu konuşuldu ve kapandı. Bu konuşma 44 gün sonra gazetelerde yer aldı. Neden bu iddiaların muhatapları susuyor? Beni komplocu ilan ettiler. Benim onurum ayaklar altına alınmadı mı?" diyerek sadece gazetecilik faaliyeti sürdürdüğünü savundu.

"BANA VEBALI GİBİ DAVRANIYORLAR"

"Hiçbir sanık bana merhaba demedi, bana vebalı gibi davranıyorlar" diyen Kaleli'ye, Mahkeme Başkanı Ekinci'nin, "Biz bunu gördüğümüz için böyle karar aldık" diye yanıt vermesi salonda gülüşmelere neden oldu. İddianamede yer alan telefon görüşmeleri tapelerini okuyarak bahsi geçen iddialarla ile ilgisi olmadığını söyleyerek savunmasına devam eden Kaleli'ye başkan Ekinci uzun sürüp sürmeyeceğini sordu.

"GÜRSEL TEKİN BANA TEŞEKKÜR ETTİ"

Kaleli, hakkında çıkan komplo haberlerini mahkeme heyetine göstererek, "Baykal, benimle ilgili 'Bu kadını da üzerime saldılar' ithamında bulundu" dedi. CHP'den bir çok tanıdığı olduğunu ve onların haberlerini de yaptığını belirten Kaleli, "Ama sanki seçim öncesi CHP'ye komplo kurmak için son anda dahil olmuşum gibi bir hava yaratıldı. Gürsel Tekin canlı yayınlarda daha önce yaptığım CHP'ye zarar verecek haberleri yayınlamadığım için bana çokça teşekkür etmişti" dedi.

Kaleli, 18.03.2011 tarihli Akit gazetesinde yayımlanan, "Deniz Baykal ve İklim Bayraktar'ın tape kayıtları" haberini heyetin değerlendirmesine sundu. Haberi görünce mutluluk gözyaşı döktüğünü ifade eden Kaleli, bu kayıtların iddianamede olmadığına dikkat çekti.

Kaleli, aranın ardından sürdürdüğü ifadesinde, "Misyonerlikle ilgili yaptığım haber iki yıl öncesine aittir. Ben bu kişileri ve delilleri savcılığa teslim ettim. Misyonerlikle ilgili bir haber ve 17 ses kaydı var. Ben bunları Ankara Savcılığı'na verdim. Suç duyurusunda bulundum" dedi.

"SANIK DEĞİL MAĞDURUM"

Kaleli, yeni bir dosya okuyacağını söyleyince izleyicilerden uğultu yükseldi. Kaleli, uğultular üzerine "Tamam, tamam, vazgeçtim" dedi. Hakim, bunun üzerine salondakileri "Böyle olmaz ama" diyerek azarladı. Kaleli, ifadesini, "Bu davanın sanığı değil mağduruyum" diye tamamladı. Mahkeme Başkanı Ekinci, Kaleli'ye soru sormak istediğini söyledi ancak kısa cevap vermesini rica etti. Ekinci, "İklim Hanım, bir cümle, bir cümle... Tamam geçiyoruz" dedi.

HAKİMLE İLGİNÇ DİYALOG

Hakimin, "O odada ne oldu. Taciz edilen bir kişi olarak daha sonra neden iki kez arıyorsunuz Deniz Baykal'ı?" sorusu üzerine Kaleli, "Ben taciz edildiğimi söylemiyorum, şikayetçi olmuyorum. Dertleşiyorum onlarla" diye konuştu. Hakim, Kaleli'nin söylediklerinin sorusuna cevap olmadığını söyleyerek, "Peki yani siz ilkinde emin olamıyorsunuz, ikinciyi emin olmak için mi? Peki bu ikinci komplo olmuyor mu?" diye sordu. Kaleli, "İlkini kanıtlayamayacağım için ikinci kez arıyorum" yanıtını verdi.

gazeteport

İŞTE İKLİM BAYRAKTAR'IN SAVUNMASI

İSTANBUL 16.AĞIR CEZA MAHKEMESİ

SAYIN BAŞKANLIĞINA;

(CMK.250.MADDESİ İLE GÖREVLİ)

Dosya No               : 2011/14 E.

SANIK                    : İklim Ayfer KALELİ (TC:73447070226)

KONU                    : Ön savunmamdan ibarettir

AÇIKLAMALAR       :

Sayın Başkan ve Sayın Üyeler,

Öncelikle iddianamede ne ile suçlandığımı tekrar hatırlatmak istiyorum.

Şüpheli İklim Ayfer Kaleli'nin;

-Ergenekon Silahlı Terör Örgütü üyesi olduğu, şüpheliler Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'dan almış olduğu örgütsel talimatlarla örgütün amaç ve stratejileri doğrultusunda faaliyet yürüttüğü, almış olduğu talimatlar doğrultusunda örgütün menfaatlerine siyasi parti liderleriyle irtibata geçtiği,

-Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ettiği,

-Özel hayatın gizliğini ihlal ettiği

Şimdi, Odatv ile olan ilişkim ve bağlantım nedir, ne zaman ve nasıl başlamıştır, diğer sanıklarla ilişkimin ne olduğu konusunda sizleri bilgilendirmek istiyorum.

Odatv’de çalışmaya başlamadan önce Ankara’da, aralarında Sözcü, Habertürk, ANKA Haber Ajansının da bulunduğu birkaç basın yayın kuruluşuna iş başvurusunda bulundum. Tüm bu görüşmelerim sonucunda sadece Odatv’den Sn. Mümtaz İdil’den olumlu bir geri dönüş oldu. Sadece bu nedenle ve bu vesileyle Odatv’de çalışmaya başladım.

Odatv’yi çok sevdiğim gazetecilik mesleğimi yapabileceğim, çok okunan ve etkili muhalefet yapan bir haber sitesi olarak algıladım. Odatv çok özlediğim mesleğime uzunca bir aradan sonra tekrar dört elle sarılmama vesile oldu.

Sn. Yalçın KÜÇÜK ile ilk kez haber amaçlı gittiğim ULUSAL KANAL’ın bir yemeğinde ayaküstü tanıştım ve kendisini ilk kez orada gördüm. Kendisinin hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmiyorum şuan, o kadar kısa bir tanışma tokalaşmaydı. Ertesi gün de, 03.12.2010 tarihinde Odatv’de ULUSALCILAR NEREDE BULUŞTU başlığı ile bir yazı yazdım. Onun dışında kendisiyle ne yüz yüze, ne telefonla, ne e-mail, ne de başka bir şekilde görüşmem olmamıştır.

Sn. Soner YALÇIN ile Odatv’de yazmaya başladıktan yaklaşık 5 ay sonra, iddianamedeki tapelerde de yer alan o talihsiz telefon görüşmesi vesilesiyle tanıştım. Ondan sonra gene iddianamede yer alan Sn. Doğan YURDAKUL ve rahmetli eşiyle beraber oldukları yemekte ilk defa yüz yüze tanıştım. Bunların dışında kendisiyle ne yüz yüze, ne telefonla, ne e-mail, ne de başka bir şekilde görüşmem olmamıştır. Sadece 2 telefon konuşması toplasanız 20 dakikayı geçmez ve 1 kere bir saati geçmeyen bir yüz yüze görüşme. İşte tüm tanışıklık bu kadardır. Kaldı ki ikinci telefon görüşmesi her nedense ek klasörlere alınmamıştır. O görüşme yemekli toplantının olduğu gün yapılmıştır.

Sn. Barış PEHLİVAN ile Odatv’de çalıştığım sürede yazdığım yazılar ve haberlerle ilgili olarak çok az sayıda telefonla sadece işimin gereği olarak çok nadiren ve Mümtaz İdile ulaşamadığım zamanlarda mecburiyetten iş amaçlı konuştum. Kendisiyle ilk defa bu mahkeme salonunda yüz yüze karşılaştım.

Sn. Barış TERKOĞLU ile Odatv’de çalıştığım sürede yazdığım yazılar ve haberlerle ilgili olarak birkaç defa telefon ve e-mail yoluyla sadece işimin gereği olarak irtibat kurdum. Bunların dışında sadece bir defa kendi isteğimle İstanbul’da kahve içmek ve tanışmak amacıyla yüz yüze bir saat kadar görüştüm. Bu görüşmemiz gözaltına alınmasından yaklaşık 15 gün kadar önceydi.

Sn. Doğan YURDAKUL ile Odatv’de yazdığım sürede ilk olarak Odatv yazarlarının bir tanışma ve sohbet toplantısında yüz yüze tanıştım. Bu toplantı ile ilgili 21.10.2010 tarihinde yani toplantıdan bir gün sonra “Odatv YAZARLARI LOZAN PARKINDA NE KONUŞTU?” başlıklı yazı ile bu toplantı Odatv’de haber yapıldı. Sonrasında aylarca iletişimim olmadı kendisiyle.

Sn. Mümtaz İdil’in sağlık nedenleriyle Ankara temsilciliği görevinin aksadığı ve diğerlerinin gözaltında olduğu dönemlerde kendisiyle Odatv’de yazdığım yazılar ve haberlerle ilgili olarak daha sık görüşmelerim oldu.

Sn. Müyesser YILDIZ ile Odatv’de yazdığım 5 aylık sürede ilk olarak yukarıda bahsi geçen Odatv yazarlarının tanışma ve sohbet toplantısında yüz yüze tanıştım. Sonrasında babasının vefatı dolayısıyla Barış PEHLİVAN’dan telefon numarasını alarak başsağlığı dilemek için aradım. Gözaltında bulunduğum sürenin bir kısmında da kendisiyle aynı nezarethaneyi paylaştım. Bunların dışında kendisiyle ne yüz yüze, ne telefonla, ne e-mail, ne de başka bir şekilde görüşmem olmamıştır.

Sn. Mümtaz İDİL ile tanışmam ANKA Haber Ajansı’nda kendisiyle yaptığım iş görüşmesi vesilesiyle olmuştur. Odatv’de yazdığım yazılar ve haberlerle ilgili olarak sıklıkla telefon ve e-mail yoluyla irtibat kurdum. Kısa süre sonra kendisi benim için hem iyi bir iş arkadaşı, hem bir ağabey, hem bir aile dostu, hem de mesleki anlamda bir üstat olmuştur. Gözaltı sürecinin sonrasında Odatv’de yazmayı bıraktıktan sonraki dönemde de kendisiyle dostluğumuz ve görüşmelerimiz devam etmiştir ve etmektedir.

Sn. Nedim ŞENER, Sn. Ahmet ŞIK, Sn. Hanefi AVCI, Sn. Coşkun MUSLUK, Sn. Sait ÇAKIR, ve rahmetli Sn. Kaşif KOZİNOĞLU’nu hiç tanışmadım. Bir kısmıyla Ankara Emniyetindeki gözaltı sürecinde, bir kısmı ile de ilk defa bu mahkeme salonunda yüz yüze karşılaştım. Bunun dışında kendileriyle ne telefonla, ne e-mail, ne de başka bir şekilde hiçbir görüşmem ve tanışmam olmamıştır.

Tüm bu beyanlarımın aksine bir delil, bir telefon tapesi de zaten iddianamede ya da ek klasörlerde mevcut değildir.

Sayın Başkan sayın Heyet Bu nasıl bir örgüt? Ben de bu örgütün nasıl bir üyesiyim? Ayrı şehirlerde yaşıyoruz. Birçoğumuz birbirimizin telefon numaralarımızı bile bilmiyoruz. Aynı şehirde yaşayanlar neredeyse hiç yüz yüze görüşmemiş ya da sadece bir defa görüşmüş. Gene birçoğumuz birbirini hiç görmemiş ve hiç konuşmamış…

Halk ozanı Âşık Dertli ‘nin meşhur Taşlama’sını bilirsiniz. Bağlaması için “Şeytan işi” diyenlere bakın nasıl cevap vermiş:

Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?

Bu Taşlama’dan esinlenerek ve Yüce mahkemenizin hoşgörüsüne dayanarak, Silahlı Terör Örgütü suçlaması ile ilgili olarak bir dörtlük de ben uyarladım:

Gazetecilik, habercilik ve yazarlıktır bunun adı

Ne silah tanır, ne terör, ne de cadı

Okuyanlar ve dinleyenler anlar kendi

Örgüt bunun neresinde?

Odatv’de çalıştığım yaklaşık 5 ay süresince Odatv’de yazdığım yazılar ve haberler sadece çok sevdiğim gazetecilik mesleğimi icra etmeye yönelik olmuştur.

Odatv’de çalıştığım sürede yazdığım yazılar ve haberlerden bazılarını başlıklarıyla dikkatinize sunmak istiyorum.

İSTANBUL’UN ORTASINDA BİR TARİHİ DAHA RANT KAPISI YAPTILAR
BAŞBAKAN'DA SANATÇI RUHU VAR MI
BUGÜN EN ÇOK KOVULAN GAZETECİLERİN
ÇORUM BELEDİYESİ "SAKINCALI MÜDÜR"LERİ KAFESE KOYDU
ULUSALCILAR NEREDE BULUŞTU
MUSTAFA KEMAL’İ NEDEN ANLAYAMADIK?
BAŞBAKAN KADINLARI KEDİ GİBİ GÖRÜYOR
NİMET ÇUBUKÇU SESSİZLİĞİNİ BOZMALI
NİHAT GENÇ’LE DENİZ BAYKAL NEDEN BULUŞTU?
O’NA DA PRİM VERİLECEK Mİ?
Odatv ORADAYDI CHP, 15. OLAĞANÜSTÜ KURULTAYI

DEVLET BAHÇELİ BU HABERE ÇOK KIZACAK

MAHALLE BASKISI BELEDİYE BASKISINA DÖNDÜ

MURAT BARDAKÇI DEDESİNİ UNUTTU MU

NİHAT GENÇ KILIÇDAROĞLU İLE GÖRÜŞMESİNİ ANLATTI

MUSTAFA ALTIOKLAR İSTİFASINI Odatv’YE ANLATTI

O İŞÇİLER BULUŞTU

NUR SERTER YENİ CHP'Yİ Odatv’YE ANLATTI

OSTİM ESNAFININ KAFASINDA BU SORULAR VAR

OSMANLI TARİHİNDE OĞLANCILIK

ÇORUM ESNAFI BELEDİYE BAŞKANINA NEDEN İÇKİ GÖTÜRECEK

EFES PİLSEN ÇEKİLİYOR MU

İSTANBUL’UN ORTASINDA BİR TARİHİ DAHA RANT KAPISI YAPTILAR

AĞABEYİM KAYPAKKAYA’DAN DOLAYI DAMGALANMAK İSTEMİYORUM

AKP FAİLİ MEÇHULLERİN AYDINLANMASINI NEDEN İSTEMİYOR

BAŞBAKANIN HABERİ VAR MI

EN İYİ VATANSEVER İŞİNİ EN İYİ YAPANDIR

MHP HANGİ İŞADAMLARI İLE GÖRÜŞTÜ

HINCAL ULUÇ BU TACİZ VAKASINA NEDEN SESSİZ KALDI

YILMAZ BÜYÜKERŞEN: CHP’YE BİR ŞARTLA GEÇİYORUM

YALAN HABER YAPMAK CAİZ Mİ
KATİL MAHKEMEDE “NAMUS” DİYECEK HÂKİM DE, “PEKİ OĞLUM” DİYECEK
HOMONGOLOSLAR
28 ŞUBATI BIRAK, 27’SİNE BAK…
AZİMLE HIRSIN KAVGASI
ŞİFRELER ANAHTAR TESLİM Mİ VERİLİYOR?
TUTUKLU SUBAYLARIN EŞLERİ ANITKABİR'DE
BAYRAK ELLERDE SALINDIKÇA, BAYRAKTIR
KILIÇDAROĞLU: HER TÜRLÜ DESTEĞİMİZLE SONER YALÇIN’IN ARKASINDAYIZ
BU TEHLİKEYE SESSİZ KALINMASININ NEDENİ KİLER MARKET Mİ

Ancak, ne acıdır ki, ben gözaltından çıkınca, Sn. Barış PEHLİVAN imzasıyla Odatv’de tüm emeklerimi yok sayan, beni yerden yere vuran 11.03.2011 tarihli “İKLİM BAYRAKTAR’IN Odatv İLE İLGİSİ NEDİR” başlıklı, insan olan vicdanlı ve akıllı birinin yazamayacağı ama “iyi gazeteciyim” diye övünenlerin yazabileceği türde bir yazı yayınlandı.

Herkes beni farklı bir yere koyduğu için ben de o farklı yerden yapıyorum savunmamı, yani kendi gerçeğimden kendi bildiğim doğru olan yasanmış gerçeklerden yola çıkarak.

Gözaltına alındıktan sonra, İstanbul’da Emniyette 8 saat ve ardından yaklaşık yarım saat Savcılıkta sorgulandım.

Serbest bırakıldıktan sonra ise gazetelerde, “15 dakikalık sorgudan sonra savcı ile nasıl bir pazarlığa girdiyse salıverildi” anlamında asılsız haberler yer aldı. Hâlbuki gözaltı süresinde sorgular emniyette ve/veya savcılıkta yapılmaktadır. Ben avukatımın da yönlendirmesiyle emniyette sorgulanmayı kabul ettiğim için 8 saatlik emniyet sorgumun ardından savcılık sorgum daha kısa sürmüştür. Ancak bu teknik detay bile saptırıldı ve benim savcılıkla bir pazarlık ve anlaşma içinde olduğum şeklinde yazıldı ve haber yapıldı.

Gözaltına alındığımda, ev araması için sabahın köründe evimize gelen polisler telefon etmeme izin vermediler ve sadece avukatımla görüşebileceğimi söylediler. Oysa ne benim, ne eşimin ne de ailemizin bir avukatı bile yoktu. Birkaç telefon görüşmesinden sonra bir arkadaşımızın arkadaşının arkadaşı vasıtasıyla, ömrümde hiç görmediğim ve tanımadığım genç bir avukat geldi. Kendisi, ev araması ve gözaltı süresince bana yardımcı oldu ve gözaltı süresi sonrasında da kendi isteğiyle avukatlığımı bıraktı. İlk Odatv duruşmasında, bu davama bakan bir avukatım yoktu ve duruşmaya tek başıma girdim. 26.12.2011 tarihindeki ikinci duruşmadan sadece birkaç gün öncesinde yeni bir avukat buldum.

Çünkü neden sebep bilinmez ya da birilerinin baskısı korkusu mu bilinmez görüştüğüm kaç tane avukat davamı almak istemedi.

Ya da çok büyük meblağlar istediler.Benim o kadar çok param olmadığı gibi bir çok avukat net biçimde davamı almayacağını belirtti, para mevzusu konuşulmadı bile.

Oysa CNNTÜRK’te yayınlanan Sn. Ayşenur ASLAN’ın yaptığı Medya Mahallesi programında konuk olan Uğur Dündar gibi mesleğin “duayeni” bir gazeteci bakın benimle ilgili nasıl sözler sarf ederek arkamda kimler olduğunu ima etti: “Bunun ben masum bir gazetecilik gayreti olmadığına adım gibi inanıyorum. Kimseyi de suçlu ilan etmek istemiyorum ama bu tür işlerin büyük ölçüde itibarsızlaştırma ve iftira amaçlı olduğunu düşünüyorum. Bana göre alçakça bir gayrettir bütün bunlar. Ben bunun bir gizli servis desteği olmaksızın yapılabileceğini düşünmüyorum”

Yani bir avukatı dahi olmayan ama gizli servis tarafından yönlendirilen bir ajan! Komik deseniz komik değil, acı deseniz yetersiz kalır. Tam bir akıl uyuması. Neye ve kime hizmet ettiği belli olmayan, beni pek çok kesime hedef gösteren talihsiz mi, yoksa umursamadan mı, yoksa kasıtlı mı yapıldığı anlaşılmayan bir açıklama…

Sayın Başkan sayın heyet şuan, gerçekten yapılan suçlamalar mı beni bu savunmayı yapma noktasına getirdi, yoksa bireysel olarak yaşadığım kişisel bir konuyu, takip edilen ve dinlenilen Soner Yalçın ile telefonda konuşmam mı?

Bir buçuk ay medyada ajan, komplocu gibi çirkin birçok ithamlara maruz kaldım. Beni Sn. Deniz Baykal ile ilgili bir takım iddialar ortaya atan olay kadın olarak lanse ettiler. Ben Sn. Deniz Baykal ile ilgili olarak hiçbir iddia ortaya atmadım. Sn. Soner YALÇIN ile iddianamedeki tapelerde de yer alan o talihsiz telefon görüşmesindeki bahsi geçen konu, orada kapandı ve unutuldu. Ve o telefon görüşmesinin tapeleri neden, nasıl ve kimler tarafından ve ne maksatla yapıldığını bilmediğim bir şekilde yaklaşık 40 gün sonra gazetelerde yer aldı ve ancak ondan sonra bu konu konuşulmaya başlandı. Yani ben o güne kadar geçen 40 gün içinde bu konuda hiçbir yerde hiç bir İDDİADA BULUNMADIM.

Sn. Soner YALÇIN da bu bilgiyi benden öğrendikten sonra hiçbir yerle paylaşmamış, kullanmamış, haber yapmamış, tam tersine üzerini örtme yoluna gitmiştir. Yani o da iddia etmemiş hiçbir yerde söz konusu etmemiştir.

Bu konu ile ilgili öfkeliydim, korkularım, endişelerim vardı, kafam karışmıştı. O yüzden aklına güvendiğim, uzun yıllardır tanıdığım 3–5 dostumla bu sıkıntımı paylaştım. Onlar da hiçbir şekilde duyurmadılar, yaymadılar iddia etmediler, bana da duyulmaması gerektiğini telkin ettiler. Ancak, birileri kendi mahremiyetlerindeki bu bilgiyi kasıtlı olarak bilerek yaydı, duyurdu ve kullandı.

Diğer taraftan, yazdığım kitapta yer alan çok somut, çok net, tartışmasız pek çok iddia var. Neden Medya bu iddiaları görmezden geliyor. Neden bu iddialarımın muhatapları susuyor. Ortada hiçbir şey yokken manşet manşet, sütun sütun, sayfa sayfa yazanlar, haber yapanlar neden şimdi bu iddialarımı bu gerçekleri yok sayıyorlar. Neden “İklim Bayraktar yalan söylüyor” diye ortaya çıkmıyorlar. Alın size birbirinden somut iddialar, bir sürü malzeme: yazılı, basılı, yayınlı, kanıtlı.

Ben güçsüzüm, arkamda eşimden ve ailemden ve bir avuç dosttan başka kimse yok. Bu nedenle mi tüm bu saçmalıklar silsilesinin faturası bana kesilmeye çalışılıyor. Herkesin gücü bana mı yetiyor?

İşte bunun için ben bu davanın sanığı değil, ancak mağduru olabilirim.

Nazlı ILICAK’ın “namusunu, iffetini, onurunu kim ayaklar altına aldı” dedi Sn. Soner YALÇIN savunmasında. Peki İklim BAYRAKTAR’ın onurunu kim ayaklar altına aldı. Onur, sadece güçlü insanlara mı ait? Sadece onların onuru söz konusu olunca mı ortalık ayağa kalkıyor. Kendi onurlarına zerre kadar leke düştüğünde kıyameti kopartanlar, başkalarına çok daha zalimce bir linç karşısında aynı dik duruşu göstereceklerine, tam tersine görmezden geliyorlar, hatta o linçe eşlik ediyorlar.

Gazeteci, savcı, yazar, avukat vs. olabilirsiniz ama hepsinden üst bir mertebe vardır ki o da insan olmak. İnsan olamadığınızda diğer sıfatlarınız da hep eksiktir. Bazılarının, övünerek söyledikleri meslek ve karakter özellikleri sadece sözde kalıyor, özde uygulamıyorlar. Oysa ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz. Sn. Soner YALÇIN savunmasında benimle ilgili hala İDDİA tanımını kullandı, oysa okuduğu tapede benim iddia dediğim şeyi ilk duyduğunda ve ben söylediğimde, hiç tereddütsüz hemen inanarak ve hiç şüphe etmeden, sorgulamadan hemen doğru kabul ederek, nasıl yaptı, nasıl etti diyerek detayları öğrenmek için gösterdiği çaba ek klasördeki konuşma ve e maillerde görülüyor. Ayrıca kendisi dile getirdi, derdimi dinleyip, moral verdiklerini ve bu konuyu unutmamız gerektiğini. Peki, eğer inanmadılarsa, iddia olduğunu düşündülerse neden moral veriyorlar, neden destek oluyorlar.

Eğer bunun bir iddiadan ibaret olduğunu düşündüyse, refleks olarak “saçmalama İklim, emin misin, bu da ne demek oluyor vs… gibi cevaplar vermesi gerekmez miydi. Kendisinin de belirttiği gibi, bu konuyu o günlerde konuştuk ve unuttuk. Ben hiçbir şey iddia etmedim, şimdi neden kalkıp da savunmasında İDDİA diyor anlayabilmiş değilim…

Görüyorsunuz işte kendi savunmalarında en büyük dayanağı özel telefon görüşmelerinin hukuk dışı yayınlandığından dem vuranlar söz konusu ben olunca başıma gelenlerin özel telefon konuşmaları sonucundan çıktığı ve iddia olmadığı gerçeğini yok sayıyor. O yüzden eminim işte; ben bu davanın sanığı değil sadece her açıdan herkes tarafından mağdur edileniyim. Birileri birilerini yermek ya da korumak için beni figür etti, beni özne etti, benim üzerimden amacına ulaştı. Yani filler tepişti çimler ezildi.

Bir acı gerçek vardır ki görmezden gelinmemesini rica ediyorum, bu talihsiz telefon konuşmasının yapıldığı günün hemen ertesinde Ankara’ya gelecek olması sebebiyetiyle benimle yüz yüze konuşma imkânı bulacakken telefonda konuşması beni bu salonda sanık konumuna ve savunma yapma durumuna kadar getirmiştir. Bu konuşma telefonda yapılmış olmasa ben bu davaya, bu iddianameye dâhil edilecek miydim?

Sn. Soner YALÇIN’ın savunmasında sözünü ettiği, Sn. Soner YALÇIN ve Sn. Doğan YURDAKUL ile görüşmemiz sonrasında aralarında geçen ve tapelerde yer almadığı için talep edilen görüşmeyi ben de merak ediyorum ve Yüce Mahkemenizden bu görüşmenin tapelerinin teminini arz ediyorum.

Sayın Hâkim, Sayın Heyet lehte olan birçok konuşmanın ek klasörlere konmaması büyük haksızlıktır.

Benim tüm faaliyetlerim, yazılarım, haberlerim sadece gazetecilik mesleğimi icra etmeye yönelik faaliyetlerden ibarettir.

İddianamede “Yalçın Küçük ve Soner Yalçın'dan almış olduğu örgütsel talimatlarla örgütün amaç ve stratejileri doğrultusunda faaliyet yürüttüğü, almış olduğu talimatlar doğrultusunda örgütün menfaatlerine siyasi parti liderleriyle irtibata geçtiği,” suçlaması yer almaktadır.

Sn. Yalçın KÜÇÜK’den bırakınız talimat almayı, ne telefonla, ne e-mail ile hiç bir şekilde görüşmem olmamıştır. Tanışmamış olmamız aslında benim şansızlığımdır; kendisini tanımak ve onun engin bilgisinden faydalanmak isterdim ama bu yaşa kadar kısmet olmadı. Kısmet bu günlereymiş diyeceğim ama, hoş hoca da beni medyanın yazdıkları ile tanıdı, artık yanına sokulmama izin vermez sanırım…J

Sn. Soner YALÇIN ile de, daha önce de belirttiğim üzere, iddianamedeki tapelerde de yer alan telefon görüşmesi ve Sn. Doğan YURDAKUL ve rahmetli eşiyle beraber oldukları yemekteki yüz yüze tanışmam dışında kendisiyle ne yüz yüze, ne telefonla, ne e-mail, ne de başka bir şekilde görüşmem olmamıştır. Sanırım bu kadarlık tanışmaktan bile şuan ikimiz de pişmanız. Hiç tanışmamış olsaydık keşke, o zaman bu senaryoyu yazanlar beni bu oyuna dâhil edemezlerdi. Sanırım talihsiz kaderin bana oynadığı bu oyundan dolayı yollarımın kesiştiği Soner Yalçın tanışmasından tek karlı çıkan senaristler oldu.

Gene iddianamede “Bunların yanı sıra şüpheli İklim Ayfer Kaleli’nin Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün faaliyetleri içerisinde yer alan ve iddianamemizde ayrıntılı olarak anlatılan Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Etmek Faaliyetleri içerisinde de görev aldığı görülmektedir. Bu durumu gösterir telefon görüşmelerinden örnek vermek gerekirse;” diye başlayan cümlenin arkasından 14.02.2011 günü saat:13.52’de İklim Ayfer Kaleli ile O.O., saat:14.15’de C.A., saat 14:18‘de O. E., saat:14.49’da D.Y. arasındaki telefon görüşmeleri delil gösterilmiştir. Dikkat edilirse görüşmelerin tamamı 14.02.2011 tarihinde, yani Odatv gözaltlılarının başladığı ve tüm medyanın muhalefet susturuluyor benzeri çığlıklar atıldığı gündür. Kaldı ki benim sözlerim sadece iki kişi arasında geçen özel telefon görüşmelerimde yer alan kişisel görüşlerimi ifade etmektedir. Toplu ve kamuya açık beyanatlar, yazılar, bildiriler vs. değildir.

Gene iddianamede “Soruşturma kapsamında elde edilen delillerden şüphelilerin “ULUSAL MEDYA 2010” dokümanında belirtilen strateji doğrultusunda HALK TV isimli televizyon kanalını ele geçirebilmek için çalışmalar yaptığı bu kapsamda CHP’nin üst düzey yöneticileri ile defalarca görüştükleri, hatta CHP eski genel başkanının direnç göstermesi üzerine buna yönelik çalışmalar yaptıkları tespit edilmiştir.” “Odatv’de bulunan bir bilgisayarda 30.10.2010 tarihinde “Soner” isimli kullanıcı tarafından oluşturulduğu anlaşılan “Kılıçdaroğlu’na destek zorunlu” ibaresi ile başlayan belge ele geçirilmiştir. Söz konusu belgede Halk Tv’nin ele geçirilmeye çalışılmalarıyla ilgili olarak, “Halk Tv’yi devralırsak parasal sıkıntımız kalmaz. Kılıçdaroğlu da istekli, her türlü desteği alırız ama BAYKAL DİRENİYOR, BAYKAL ENGELİNİ AŞMALIYIZ. İKNA İÇİN VARAN 2…” şeklinde yer aldığı görülmüştür.

Söz konusu bu nottan Halk Tv’nin satışına karşı çıkan CHP eski genel başkanının bu tutumunu değiştirmek için farklı yollara başvurulacağı anlaşılmıştır. Bu doğrultuda şüpheli İklim Ayfer Kaleli’nin CHP eski genel başkanının ile görüştüğü anlaşılmıştır.” Denilmektedir

Öncelikle söz konusu edilen belge dokümanlar ev aramasında el konulan bilgisayarımda bulunmamıştır. Talimat alacak kadar örgütün içindeysem, o halde neden söz konusu belgeler benden çıkmadı?

Siyasi parti liderleriyle görüşmelerim, sadece ve sadece haber amaçlıdır, Odatv’de yazdığım süre boyunca, gazetecilik mesleğimi icra etmeye yönelik faaliyetlerim kapsamındadır. Ben Odatv yazdığım zamanlarda Halk tv projesini en son öğrenen duyan insanım,neredeyse gözaltı sürecinden en fazla 20 gün önce haberdar oluyorum Halk tv olayından, oysa konu çok öncelere dayanıyor, bu husus da ek klasörlerde sunulan delillerde gayet net görülmektedir. Ek klasörlerde bulunan B.Ö ve Mümtaz İdil konuşma tapeleri Halk tv satışı olayını çok geç duyduğum, hatta duyum ötesinde ciddi ciddi böyle bir girişimin olduğunu Deniz Baykal görüşmesinden sonra öğrendiğimin kanıtıdır.

Sn. Soner YALÇIN ile iddianamedeki tapelerde de yer alan o telefon görüşmesinde de çok açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, kendisinin bu görüşmemle ilgili olarak ancak görüşmeden sonra haberdar olduğu çok açıktır. Dolayısıyla siyasi parti liderleriyle yaptığım görüşmeler her hangi bir talimat veya her hangi bir örgütün menfaatleri doğrultusunda olmamıştır.

Sn. Deniz Baykal’a bir şantaj ya da komplo asla söz konusu değildir. Tanışmış olmaktan pişman olduğum insanları geldiğim noktada bu kürsüde korumak takdir edersiniz ki isteyeceğim en son şeydir, ama ben gerçekler dışında hiç bir şey söyleyemem, vicdanım asla müsaade etmez. O nedenle üzerine basarak söylüyorum ki “Soner Yalçın ya da Odatv’den herhangi biri bana asla talimat vermemiş, asla Deniz Baykal ile ilgili bir istekte bulunmamıştır.

Ortada Deniz Baykal ile alakalı ne bir yönlendirme, ne bir talimat yok, buna dayanak olacak delil de yok iddianamede ve ek klasörlerde. Ne bir ses kaydı ne bir görüntü var. Ne bir çıkar sağlama var. Ne bir tehdit var. Ne bir buluşma, görüşme var. Hiç biri yok.

Sn. Soner YALÇIN ile de, iddianamedeki tapede yer alan o talihsiz telefon görüşmesi dışında hiçbir şey yok ve bu konuşma da basına yaklaşık 40 gün sonra yansıtılıyor.

Ve bu talisizliğin, Odatv’yi, Odatv genel yayın yönetmenini ve imtiyaz sahibini ilgilendirmeyeceğini düşündüğüm için onlara bilgi verme gereği duymadan, sorunun parti içindeki ulaşabildiğim en üst düzey yöneticiye iletmemin yeterli olacağını düşündüm. Bu konu ek klasördeki delil tapelerinde de gayet net anlaşılmaktadır. Bu kararımın ne kadar yanlış olduğunu ne yazık ki yaşayarak ve bedelini fazlasıyla ödeyerek öğrendim.

İddianamede yer alan;

Tape No:16076, 25.01.2011 günü saat:15.50’de Ahmet Mümtaz İdil ile İklim Ayfer Kaleli’nin yaptığı telefon görüşmesinde “Sonra tohum attım... kısa süre sonra ekicem... biçicem” şeklindeki sözleriyle CHP eski genel başkanına yapmış olduğu ziyaretinin gazetecilik kaygılarıyla olmayıp, örgütsel beklentiler taşıdığını diğer şüpheliye aktardığı anlaşılmaktadır. Denilmektedir.

İddianame açıklanmadan yazmayı tamamladığım ve yayınlanan “SIRA BENDE” isimli savunma kitabımda da açıkça ifade ettiğim gibi “tohum attım, ekicem biçiçem” ifadesi tamamen bugüne kadar hiçbir gazetecinin yapmadığı Sn. Olcay Baykal ile yapmayı planladığım röportaja yönelik girişimlerimi anlatmaktadır.

İddianamede yer alan ve “özetle” diye başlayan görüşmenin öncesine ve tamamına bakmak ve bütünü değerlendirmek gerekmez mi? Sn. Mümtaz İDİL’le yaptığım bu telefon görüşmesi, Sn. D. BAYKAL ile olan görüşmemden yaklaşık 15dak sonra gerçekleşmiştir. O anki ruh halimi ve olan biteni saygı duyduğum bir büyüğümden saklamaya çalışarak ve Mümtaz Ağabeyden utandığım için konuyu açmayıp onun anlamayacağı biçimde geçiştiriyorum, hatta konuşmanın tamamına bakılırsa ne dediğimi bilmez halde resmen saçmalıyorum. Aynı gün, Sn. Mümtaz İDİL’le olan görüşmemden sonra, Sn. Barış PEHLİVAN’la da görüştüm ve “seni bekliyorum ofisten çıkacağım, ne dedi Baykal demecinde, o haberi de gireyim öyle çıkayım ofisten” benzeri sözler söyledi. Ben de odasının müsait olmadığını, röportajı yapamadığımı, söyledim. Barış Pehlivan, “Ne demek şimdi bu İklim iki soru sorma fırsatı da bulamadın mı, gitmedin mi, nasıl yani…” diye diklenip hesap sorarcasına üzerime gelince, “ona röportaj falan yok, şimdi seninle uğraşamam” dedim ve telefonu kapattım. Tekrar aradı, alo bile dememe fırsat vermeden Genel Yayın Yönetmeni edasıyla fırçalamaya başlayınca ben de “şu an kötüyüm, konuşacak halim yok, neden üstüme geliyorsun, Baykal sorularımı cevaplamadı, röportaj falan yok” diyerek telefonu kapadım.

Yani buradan çok net anlaşılmalı ki, ben bireysel olarak yaşadığım sıkıntıyı, aynı gün Barış PEHLİVAN’a anlatmadım. Eğer örgütsel bir talimat ve faaliyet olsaydı bu olay, tam tersine; olayı geçiştirmek yerine, bu yaşadıklarımı kendisine detaylı bir şeklinde anlatmam gerekmez miydi?

Ayrıca, Barış PEHLİVAN’la yaptığım ve yukarıda size içeriğini hatırlayabildiğim kadarıyla aktardığım telefon görüşmesinin tapesi iddianamede yok, Yüce Mahkemenizden arz ederim.

İddianamede yer alan;

“Tape No:15855, 26.01.2011 günü saat: 16.29’da Barış Pehlivan ile İklim Ayfer Kaleli’nin yaptığı telefon görüşmesinde özetle; B. Pehlivan “Şimdi sana bir şey soracam D. B.l ne oldu” dediği, İ. Kaleli “Yalan oldu” dediği, B. Pehlivan “E adam seni niye kabul etmiş o zaman” dediği, İ. Kaleli “KARA KAŞIM KARA GÖZÜM İÇİN BARIŞÇIĞIM” “BAK CEPTEYİZ AÇIK KONUŞAMIYORUM oldu ama diyorum sana anladın mı anla yani çak artık” dediği, B. Pehlivan “Peki şey diyecem G.T.’le olay nedir” dediği, İ. Kaleli’nin “Az önce sana söyleyemediklerimi ona anlattım” dediği, B. Pehlivan’ın “Haber konusu ya bir şey söyliyecem genel yayın yönetmenine söylemeyip G.T.’le mi paylaşıyorsun öyle bir şey mümkün mü?” dediği, İ. Kaleli’nin “BAYTOK BAYTOK MUAMELESİ YAPTI BANA” “Geldim anlattım bilsinler bilmeleri gerekiyor KILIÇDAROĞLU ile görüştüreceğini söyledi G. T.bekliyorum” dediği tespit edilmiştir.

Delil olarak gösterilen bu tapede, bir noktaya dikkatinizi çekmek istiyorum: görüşme kayıtları “özetle” diye yer alıyor. Bu görüşmelerin tamamını değerlendirmek gerekir… Aslında konuşmanın bu kadarcık kısmından bile anlaşıldığı üzere kendi kişisel kararımı şikayetimi yapmadan önce Odatv’nin hiçbir yetkilisine hiç bir bilgi vermiyorum. Bir gün önce de bilgi vermediğim gibi.

Ertesi gün saat akşam saat 5 civarında Gürsel Tekin ile görüştükten sonra yine ısrarlı sorularından dolayı haberi oluyor. O da kendimi aşırı stres ve baskı altında sıkışmış hissettiğim, hatta daha vahim olanı Gürsel Tekin’in odasından çıkar çıkmaz aramış olmasının getirdiği “kesin biliyor, Gürsel Tekin söyledi, beni yokluyor” diye düşünerek doğruyu söylemek zorunda olduğumu hissettiğim ana kadar bilgi vermedim. Tüm bu gerçekler nasıl talimat, nasıl talimatla hareket tanımına sokulabilir?

Şimdi bir de şu açıdan bakmanızı rica ediyorum Sayın Başkan ve Sayın Heyet; Sayın Savcının o ilk defa yüz yüze gelip görüştüğümüz akşamki yemekli toplantı ve orada aldığım sözde talimat ile tekrar Baykal’ı arama girişimi diye nitelendirdiği o yemekte tam tersi bırakın talimatı, benim derdime derman aramak, korkularımdan kurtulmak için gittiğim Soner Yalçın bıraknız talimat vermeyi; yaşanan bu olayın böyle bir zamanda yaşanmasının büyük ve berbat bir tesadüf olduğunu ve kimsenin duymaması gerektiğini, duyulursa manşetleri görür gibiyim diyerek beni daha da korkuya salması ile sonuçlanmıştır, tıpkı Gürsel Tekin’le görüşmemde olduğu gibi bana yine keşke söylemeseydim diyerek pişmanlık ve aldığım kararın ne kadar yanlış olduğunu anlamak kalmıştır.

İddianamenin ek klasöründe yer alan 27.01.2011 tarihinde saat 17:55 ve arkasından 17:57’de Soner YALÇIN ve Doğan YURDAKUL arasında yapılan telefon görüşmelerinin tapelerini dikkatinize sunmak istiyorum.

Bu tapeden net anlaşıldığı üzere, bir gün önce ilk defa konuşup tanışmışız Soner Yalçın ile. Ertesi gün ilk buluşma nasıl oluyor da terör faaliyeti kapsamına alınabiliyor ve benim komplo talimatını aldığımın dayanağı olarak iddianameye konmuş.

Konuşmalardan anlaşıldığı üzere çok sıradan ve plansız bir buluşmadır. Kaldı ki Soner Yalçın Doğan Yurdakul’a soruyor çünkü ailecek görüşülecek eski dostların akşam yemeği buluşmasına benim gelmem için izin istiyor resmen, Doğan Yurdakul gelmesin dese belki beni çağırmayacak. Ve biz bir gün önce telefonda konuştuğumuz mevzuyu, Doğan beyle paylaşmamış anlatmamış. Bu buluşma bir talimat alma buluşması değildir. Öyle olsa konuyu hiç bilmeyen Doğan Yurdakul’un inisiyatifine bırakmaz benimle gün içinde başka bir saatte yalnız görüşürdü Soner Yalçın.

Kaldı ki, iddianamede bulunan Barış PEHLİVAN tapesi “özetle” verilmiştir, ama ek klasördeki görüşmenin tamamına bakıldığında, kendi yaşadığım şahsi problemimi anlatmamak ve paylaşmamak için gösterdiğim çaba ve karşı tarafın bu konuda gösterdiği aşırı ısrar sonucunda, o anki aşırı stres ve baskı halindeki ruh hali ile söylemek zorunda kaldığım gayet net anlaşılmaktadır. Ancak, gene de bu konu ertesi gün aramızda hiç konuşulmadan kapatıldı ve unutuldu.

Olayın yaşandığı günün ertesinde Sn. Barış PEHLİVAN’ın Sn. Soner YALÇIN’a konuya ilişkin gönderdiği ve 49 nolu ek klasörün 106. sayfasında yer alan e-mail mesajında da açıkça belirtildiği üzere, konunun kesinlikle gizli kalmasını talep ettiğim açıklıkla belirtilmiştir. Soner yalçın’ın da savunmasında belirttiği gibi sözlü taleplerimin yanı sıra endişelerimle baş edemediğim için bir de SMS atarak ısrarcı olmuşum. Dolayısıyla söz konusu olay planlı, programlı ve bir talimat doğrultusunda gerçekleşmemiş olup tamamen şahsım adına yaşanan bir talihsizliktir.

2. BÖLÜM

Sayın Başkan sayın heyet öncelikle belirtmek isterim ki, muhabirler birkaç gündür bana “Sn Deniz Baykal ile ilgili yeni bomba var mı savunmanızda” diye soru soruyorlar. Terör örgütü üyeliği suçlaması ile yargılanıyorum, hayatım kaydı ama bana bakış açısı bana sorulan sorular gösteriyor ki burada kişi ve kurumlar itibarsızlaştırılmak isteniyor. Ben şuan yasal hakkım olan savunmamı bile bu baskı altında yapmak zorunda bırakılıyor içimden geldiğince gönül rahatlığı ile savunma yapmaktan resmen psikolojik baskı ile men ediliyorum.

Buradan anlaşılıyor ki kurum ve kuruluşları kişileri itibarsızlaştıran ben değilim medyadır. Ve be mağdur ediliyorum. Şuan savunmamla da mağdur edilecek hatta yine hedef gösterileceğim, tekrar manşetlere konu edileceğim diye büyük endişe, baskı, korku altındayım.

O zaman seçim vardı şimdi kurultay var, yani benim kendimi savunmak adına yapacağım konuşma cımbızlanacak ve yine bir linç yapılacak diye savunmamı rahat yapamıyorum çünkü ne kendim tekrar bu linçi yaşamak istiyorum, ne de bu itibarsızlaştırmada özne olmak kullanılmak istemiyorum. Medya bunu yapıyor ama ceremesini ve bedelini; açılan davalarla, kamuoyundaki tavırla, ben ödüyorum, ailem ödüyor. O nedenle savunmamı neredeyse üstü örtülü kıyıdan köşeden yapabiliyorum, bu da sizin gözünüzde bekli de farklı algılanacak belki de arada kaldığımı değil eksik noksan savunma yaptığımı düşüneceksiniz.

Devam etmeden önce burada Sn. Deniz Baykal’ın ve avukatının medyaya yaptığı yazılı ve sözlü demeçlerin medyada nasıl yer bulduğunu gösteren birkaç örneği bilginize sunmak isterim.

Görüldüğü gibi örnek verdiğim haberlerden yüzlerce var ve bakıldığında CHP’ye saldıran karıştıran bir imaj çizilmiş ve sanki CHP ile olan diyaloglarım sadece Sn. Kılıçdaroğlu, Sn. Baykal ve Sn. Tekin ile sınırlandırılmış. Oysa gerçek bu değildir, benim CHP’de Sn. Oğuz Oyan, Sn. Şevki Kulkuloğlu, Sn. Nur Serter gibi bir çok milletvekili ile de görüşmelerim olmuştur ve bunlar hep haber içeriklidir ve hepsi ile ilgili görüşmeden sonra yazdığım yazı ve haber odatvde mevcuttur yani CHP’ye seçim arifesinde zarar veren biri olarak lanse edilmeme rağmen bunun tam tersi CHP ile ilgili olumsuz haberleri yapmadığımı kanıtlayan deliller, haberler, tapeler vardır ve bizzat canlı yayında Sn. Gürsel Tekin’in ağzından dile getirilmiştir. Kendisi, bana duyduğum gerçek bir bilginin CHP’ye zarar verecek bilgi olması sebebiyetiyle yayınlamadığım için defalarca teşekkür ettiğini söylemiştir yayında.

Olayın 40 gün sonra medyaya yansıması ile Sn. Deniz Baykal medyaya şu açıklamaları yapmıştır; “Yalan, iftira, kirli bir tezgah sözleriyle nitelendirdiği iddialarla ilgili olarak eşini, kızını, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’i ilk günden bilgilendirdiği, Baykal’ın ailesini ve yakın çalışma arkadaşlarını “Bana yönelik bir komplo tezgahı kurulmaya çalışılıyor, hepinizin haberi olsun, herkes de dikkatli olsun”.

Bu haber Hürriyet gazetesinde 09.03.2011 tarihinde Günün Haberi olarak manşetten verilmiştir. Aynı gün hemen hemen tüm medyada Sn. Baykal’ın ve avukatının bu açıklamalarına yer verilmiştir.

Avukatının 08.03.2011 tarihinde basına yaptığı yazılı açıklamada şöyle denilmektedir: “… Baykal’ın o gazeteciyle gerçekleştirdiği tek görüşme budur. Bu görüşmeden önce veya sonra onu ne telefonla ne de elektronik ortamda aramamıştır, mesajlaşmamıştır, bir daha da karşı karşıya gelmemiştir. Buna karşılık o gazeteci Deniz Baykal’ı ev telefonundan gözaltına alınıncaya kadar defalarca aramıştır. Bu telefon görüşmelerinde yapılan buluşma talepleri, gece gündüz evine çağırma girişimleri Deniz Baykal’ı evinde ziyaret etme istekleri kararlılıkla reddedilmiştir. Bir şantaj ve komplo projesinin yaşama geçirilmesine fırsat verilmemiştir.”

Şimdi de Sn. Baykal’ın “kararlılıkla reddettiği” ve iddianamedeki telefon tapelerinde yer alan telefon görüşmesini okuyalım ve nasıl kararlılıkla reddettiğini Yüce mahkemenizin değerlendirmesine arz ederim.

Şimdi bu 09.02.2011 tarihli telefon görüşmesinden, Sn. Deniz BAYKAL’ın bazı cümlelerini olduğu gibi tekrar okumak istiyorum:

    Ya sen de aramıyorsun.
    Ay hayrola ya nerde çok iyiydin o gün böyle bir ışıl ışıl manzara.
    Halbuki sağlıklı olup ta hayatın hakkını vermen için bütün şartlar müsaitmiş
    Ya baksana bu yalnızlık falan vaziyetler de var.
    İyileş bir an önce toparlan toparlan yani
    Hay Allah ne olacak şimdi seni ne zaman sağlıklı ve tekrar ışıl ışıl göreceğiz
    İnsan o zaman bi açar bi telefonla hal hatır
    Ya ne bileyim kayboldun gittin kayboldun gittin
    Vay be tam delikanlı (oğlum için) sen ablası gibisin onun.
    Bi rahatlayınca ara beni rahatlayınca ara bakalım
    Hadi görüşürüz hadi hoşça kal

Şimdi de 21.02.2011 tarihli diğer görüşmeden Sn. Deniz BAYKAL’a ait bazı cümleler:

    Sağol çok teşekkürler ne var ne yok
    Sağlık durumun nasıl
    Bugün uyuyacak mısın?
    Bugün mü daha sonra görüşelim dur
    Ya ev kadın var bilmem ne karmakarışık
    Daha uygun bir zamanda yaparız
    Tamam, geldiğinde ben şey yaparım veyahut da sen orası uygun olduğunda haber ver
    Veya orası uygun olduğunda haber ver bakalım
    Tamam, oldu hadi görüşürüz

Baykal ve Avukatının gazetelerde yer alan basın açıklaması ve beyanatları, ancak Sn. Soner YALÇIN ile olan o telefon görüşmesinin basına yansımasından sonra yapmıştır. Yani eğer bahsedildiği gibi bir komplo girişimi olduğundan her hangi bir şüphesi olduğunu iddia ediyorsa, bunu fark eder etmez anında ve hiç vakit kaybetmeden ilk ve son yüz yüze görüşmenin yapıldığı 25.01.2011 tarihinde veya takip eden 1-2 gün içerisinde; bir basın duyurusu, savcılığa suç duyurusu, bir açıklama vs. yapması gerekmez miydi? Neden bu açıklama olay medyaya yansıdığında, yani olaydan ve bahsettiği gibi “sözde” “ilk günkü” şüphelerinden 44 gün sonra, 08.03.2011 tarihinde yapıldı? Ayrıca Deniz Baykal’ın olay medyaya yansıdıktan sonra Savcı Zekeriya Öz’ün ifadeye çağırması ile ilgili günlerce haberler medyaya yansıdığında ise basın yaptığı açıklama “Mağdur da değilim şikayetçi de” şeklinde olmuş, ve ifade vermeye gitmeyi reddetmişti.

Tam tersine Sn. Deniz Baykal kendisi ile 25.01.2011 tarihindeki görüşmesinden 15 gün sonra 09.02.2011 tarihindeki telefon görüşmesinde ve bu görüşmeden 12 gün sonra 21.02.2011 tarihindeki telefon görüşmesinde, ekteki tapelerde de açıkça görüldüğü üzere komplo ve şantaj tuzak kaygısı olmaksızın gayet samimi ifadeler kullanarak ve uzunca sohbet etmiştir.

Ayrıca, 25.01.2011 tarihindeki ilk ve son yüz yüze görüşmenin yapıldığı günün ertesi günü olan 26.01.2011 tarihinde Sn. Deniz Baykal ile saat 21:24’de 105sn ve 21:26’da 361sn cep telefonundan ve 21:46’da da 55sn ev telefonundan aramışım ve bu bahsedilen süreler içerisinde görüştüğümüz TURKCELL kayıtlarında mevcuttur. Yani, “Yalan, iftira, kirli bir tezgah sözleriyle nitelendirdiği iddialarla ilgili olarak eşi Olcay Baykal, kızı Aslı Baykal, Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’i ve yakın kurmaylarını, yakın mesai arkadaşlarını ilk günden bilgilendirdiği” şeklinde kendisinin ve avukatının basına yazılı ve sözlü beyanatının gerçek olmadığı ve 26.01.2011 tarihinde 3 kez, 09.02.2011 tarihinde 1 kez ve 21.02.2011 tarihinde de 1 kez olmak üzere tam 5 kez daha “kararlılıkla reddettiği” konuşmalar mevcuttur.

Hiç kimse ama hiç kimse “bunun bir komplo girişimi olduğunu hissettim, ben ilk günden anladım çok rahatsız oldum, yakınlarımla paylaştım, tedbir aldım vs” dediği bir kişinin kendisini tekrar telefonla araması karşısında; ya cevap vermez, ya telefonu kapatır, ya da çok sert bir şekilde tepki verir, Sn Avukatın da belirttiği gibi “kararlılıkla reddeder”, asla iddianamedeki tapelerde yer aldığı şekilde uzun ve samimi ifadeler içeren konuşmalar yapmaz, yapmamalıdır.

Bu nedenle, Sn. Deniz Baykal’a bir komplo ya da şantaj girişimi asla söz konusu değildir, yoktur, olmamıştır. Dolayısıyla iddianamede tarafıma atfedilen komplo ve şantaj suçlamaları yersiz, mesnetsizdir ve büyük bir haksızlıktır.

Ayrıca, 18.03.2011 tarihli AKİT gazetesinin ŞOK DİALOG başlığıyla manşetten verdiği haberde yer alan ve Sn. Deniz BAYKAL ile yaptığım telefon görüşmesinin tapelerini de delil olarak yüce mahkemenizden arz ediyorum.

Gerçek olan bu kayıtlar çıkarılmazsa; güçlüyü korumak için, bu olayda tek güçsüz ve savunmasız taraf olan benim onurumu lekelemeye ve iftira atmaya devam edilecektir. Bu da bir tür insan hakları ihlalidir.

Zaman doğrunun ve haklının en büyük dostudur diye bir söz vardır. Tüm bu yaşananlardan sonra geldiğimiz bu noktada, bu görüşmelerin telefon tapelerine yansıması ve iddianamenin ek klasörlerinde yer alması sonucu benim Sn. Deniz Baykal’a karşı bir komplo ya da şantaj girişimi ile ilgili hiçbir alakam olmadığının net bir kanıtı değil midir?

Gelelim, Delil gösterilen ULUSAL MEDYA 2010 başlıklı word dosyasına; söz konusu dosya benim emniyet tarafından incelemesi yapılıp geri iade edilen bilgisayarımda bulunmamıştır. Buna rağmen iddianamenin ek klasöründe benimle ilgili olan klasörde bu dosya yer verilmiştir. Bu belge ile ilgili hiçbir bilgim yoktur, ilk defa ben de iddianamenin ek klasöründe ve medyada gördüm, duydum.

İddianamenin ek klasöründe Sn. Doğan YURDAKUL ile yaptığım MSN görüşmesinde aşağıdaki ifadeler koyu olarak verilmiştir:

Oysaki aynı görüşmenin içinde aşağıdaki tamamen haber içerikli konuşmalar ve bilgiler ile bu konuşmada herhangi bir suç unsuru yokken, iddianameye iki satırlık kısmı konularak suç istinat edilmektedir. Konuşmanın devamı ek klasörde şu biçimde yer almaktadır.

Görüldüğü gibi, ortada örgütsel faaliyet sayılabilecek talimatlar söz konusu değildir. Tam tersi her sabah hemen hemen bütün medya kuruluşlarında haber müdürlerinin muhabirlerle gün içerisinde yapılması gereken haber paylaşımı ile ilgili görevlendirmedir.

Ayrıca, 28.01.2010 tarihinde Soner Yalçın ile Mümtaz İdil arasında yapılan benim de ek klasörden öğrendiğim aşağıdaki telefon konuşması, 4 nolu ek klasörün 400 sayfasında mevcuttur. Yazı yazmaya başladığım tarihin üzerinden sadece 3 ay geçmiş ve bu 3 ayda her gün birlikte çalıştığım Ankara temsilcisinin söylediklerinden net anlaşılmıyor mu tek derdimin sadece mesleğimi yapmak ve karşılığında sadece taktir görmek olduğu.O günlerde bu isteğimi yan yana çalıştığım Oda tv Ankara temsilcisinden daha iyi analiz edebilecek başka biri var mı dır?

Ayrıca ek klasöre delil olarak konulan Mümtaz İdil ile yaptığım MSN yazışmasında geçen konuşmadan anlaşıldığı üzere Odatv de yazı yazmaya başladıktan birkaç gün sonra odatv hakkında bilgi alıyorum sorular soruyorum ve bu konuda Mümtaz İdil’in verdiği cevaplardan gayet net anlaşılıyor odatvye sadece sevdiğim işi yapmak için ve çok fazla araştırma yapmadan girdiğim. Kaldı ki yazışma çok uzun bir yazışma tek tek herkesi her şeyi soruyorum, sadece bu kadar kısmı ek klasöre konmuş.

Gene iddianamede, “Tape No:16282, 16.02.2011 günü saat:19.06’da İklim Ayfer Kaleli ile Şükrü Doğan Yurdakul’un yaptığı telefon görüşmesinde özetle; D.Yurdakul’un “SENDEN BİR RİCAMIZ OLACAK” “DAHA DOĞRUSU İÇERDEKİ ARKADAŞLARIN RİCASI BU” “ÖNEMLİ BİR İŞ AMA ÇOK ÖNEMLİ BİR İŞ” “ŞİMDİ KILIÇDAROĞLU’NA ULAŞMA İMKANIN VAR MI” dediği, İ.Kaleli’nin “Var Çıkıyor Telefonlarıma” dediği, D.Yurdakul’un “Yarın savcılığa gitme yani bunu ama yüz yüze söylesen iyi olur telefonda değil de” “Şimdi sen kendisi ile görüşmek istediğimizi söyle de bizimkiler yarın savcılığa gitmeden önce bunu gündeme getirilmesi lazım” “Eğer KILIÇDAROĞLU yani bu konuda bir açıklama yapmazsa biz o zaman haber olarak yazacağız savcılıkdaki ki ifadesinden çıkmadan önce” dediği, İ.Kaleli’nin “Tamam bunu ileteceğim Kılıçdaroğlu’na” “Savcılık işte avukat söyledi bana 11’de diye de 11’den önce Kılıçdaroğlu’nun desteğini istiyoruz” dediği, D.Yurdakul’un “Evet ya bu konunun gündeme getirilmesini istiyoruz getirilmezse o zaman şeyden açıklayacağız” dediği,

Tape No:16283, 16.02.2011 günü saat:19.28’de İklim Ayfer Kaleli ile Koray…? Arasındaki telefon görüşmesinde özetle; İ.Kaleli’nin “Gürsel Bey ve Hamret hanım size iletmemi söylediler şayet siz..bulunduğunuz yerde bir cep telefonu veya normal telefon varsa ben de normal başka bi hattan arayacağım, Kılıçdaroğlu’na çok önemli bi not iletmem gerekiyor bu konuda yardımcı olabileceğinizi söylediler” “Odatv deyin” “İÇERDEN BİŞEY İLETECEĞİM” “Bekliyorum sizden abi önemli yani” “Bu, bu gece iletilmesi gerekiyor sabah çok geç anladın mı” dediği, Koray’ın “Tamam tamam oldu” dediği,

Tape No:16285, 16.02.2011 günü saat:20.28’de İklim Ayfer Kaleli ile Şükrü Doğan Yurdakul’un yaptığı telefon görüşmesinde özetle; İ.Kaleli’nin “TAMAMDIR DOĞAN ABİ İŞLEM TAMAM” dediği, D.Yurdakul’un “Sana bir e- mail gönderdim” dediği, İ.Kaleli’nin “Tamam bakayım hemen” “TAMAM KONUŞTUM İLETTİM BİR FİİL KENDİSİNE SÖYLEDİM” “Eee yanında insanlar vardı o yüzden her halde şey yapamadı yani konuşmak istemedi bir de hani telefon da her halde dikkat ediyorlar böyle şeye çünkü yanına gitme şeyim olmadı aradım Ankara dışındaymış birazdan korumam seni arayacak İklim dedi bana ben de tamam dedim bekledim bir 40 dakika geçti her halde koruması aradı başka bir hattan benim ev telefonumdan öyle görüştük” dediği tespit edilmiştir.

Şüpheli İklim Ayfer Kaleli ile Doğan Yurdakul’un bu görüşmeleri gerçekleştirdiği dönemde CHP Genel Başkanının, Soner Yalçın’ın gözaltına alınmasına ve Odatv de arama yapılmasına tepki gösteren açıklamalar yaptığı, bu açıklamalarında Odatv isimli internet sitesinde yayınlandığı tespit edilmiştir.

Tüm bu konuşmalarda büyük harflerle yazılarak istinat edilmiş olan suç özetle örgüt emri talimatı olarak gösterilmiş ve benim de örgüt talimatını uyguladığım vurgusu yapılmıştır.

Bu suçlamanın dayanağı gösterilen tapeye çok benzer başka bir tape daha var klasörlerde bir başka ricanın tapesi aynı şekilde talimat olarak suç unsuru taşıdığı için delil klasörüne eklenmiş. O da şudur: 

Sayın başkan, Sayın heyet iddianamede Soner Yalçın Ve Yalçın Küçük tarafından yönlendirilen talimatlandırılan şeklinde verilen suçlama görüldüğü üzere delilsiz ve havada kaldığı için, bu görüşme öne çıkarılmıştır. Doğan Yurdakul talimat vermiş yönlendirmiş diye sunulan hem de büyük harflerle yazılan telefon tapelerinde daha konuşmamızın başında Doğan Abi senden bir ricamız var diye söze giriyor. Örgüt, emrindeki üyeye ricada bulunur mu? Rica diyerek kibarca istenilen bir istek terör faaliyeti, emir, talimat olarak algılanabilir mi? Rica diye söze başlanılmış, bu nasıl talimat bu nasıl kibar bir örgüt lideri ki rica ediyor?

Aslında Doğan Ağabey ile aramızdaki ilişki o kadar az, sınırlı ve seviyeli ki, kendisi bırakın talimat vermeyi, iş dışında bu tarz taleplerde hiç bulunmadığı için, “senden iş dışında bir ricamız olacak” şeklinde söze giriyor. Bu incelikteki bir insana ve öyle bir anda benim insani olarak hayır demem zaten imkânsız.

Sayın Başkan, buradaki tek gerçek şudur ki ben o sitede iyi kötü 5 aydır yazı yazıyor haber yapıyor sevdiğim işi icra ediyor olmanın mutluluğunu yaşayan sıradan bir muhabirim. Saygı duyduğum aynı sitede yazı yazan yönetici konumunda bir duayen gazeteci büyüğüm Doğan abi, ayrıca hasta bir insan ve eşi de hasta dolayısıyla evden çıkamıyor, koşturamıyor, diğer site yöneticileri göz altına alınmış site dağılmış, kaos yaşanıyor, hatta ülkenin neredeyse tüm medyasında kıyamet kopuyor,  neredeyse tüm gazeteciler ilk defa bir araya gelmiş muhalif medya susturuluyor çığlığı atıyorlar, ben tüm bu kaosun içindeyim herkes aileler eş dost hatta diğer medya mensupları beni arıyor bilgi almak ve endişelerini dile getirmek için, telefonum hiç çalmadığı kadar çok çalıyor, o ruh hali içinde yorgun üzgün karmaşık ruh hali içinde çalıştığım siteye insani bir destek veriyorum. Ne yapıyorum; telefonla arayana ve aradıklarıma muhalif söylemlerde bulunuyorum, düzenlenen basın toplantısına insanları davet ediyorum, bu arada site ayakta kalsın diye haber yazıyorum, rica edilen bir isteği zaten yakın ilişkiler içinde oldukları siyasi lidere iletiyorum ve tüm bunlardan dolayı çete üyesi, örgüt mensubu durumuna getirilip suçlanıyorum.

Allah aşkınıza bu yaşadığım nasıl bir trajedidir ki ben meslek sevdamla insaniyet namına tavır sergilediğimi düşünürken karşınızda savunma yapmak durumuna geliyorum. Hem de diğer birçok mağduriyeti ve linçi yaşamış biri olarak...

Kaldı ki tüm bunların suç olabileceği asla aklımın ucundan geçmediği için ve iletmemi istedikleri konuyu “sözde talimatı” ‘yüz yüze söyle, telefonla değil’ demesine rağmen, telefonla iletiyorum muhatabına, çünkü basit bir rica bir destek talebinin suç teşkil edeceğini asla düşünmüyorum.

Gene İddianamede yer alan “BEN BÜTÜN BUNLARI DA KAYDETTİM YASAL DEĞİL YAPTIĞIM ETİK DEĞİL AMA KAYDETTİM” ifadesinde teknik anlamda gerçek bir kayıt kastedilmemiştir, sadece telefon görüşmemdeki söylediklerimin inandırıcılığını arttırmak için kullanılmıştır.

Ayrıca kayıt cihazının tüm gazetecilerde bulunan fotoğraf makinesi kadar doğal bir gazetecilik aracı olduğu ve yine fotoğraf makinesi kadar çok kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Muhabirler beni de arıyorlar, telefonda soru soruyorlar, sonra söylediğimin içinden tek kelime cımbızlayıp haberi şekillendirebiliyorlar, oysa hepsi konuşmamı kaydediyor…

Mesleklerinin gereğini yapan tüm muhabirler en sıradan görüşmelerini bile haber unsuru olabilecek önemli bir cümle sarf edilir diye kaydeder hatta o konuşmadan haber çıkarsa ve haber yayınlanırsa gelebilecek bir itiraz için de kendisini sağlama almak adına kaydeder görüşmelerini, bu bana özel bir durum değildir.  Öyleyse tüm gazeteciler muhabirler suç mu işliyor? Bir muhabire gazeteciye konuşan herkes hangi şartta olursa olsun kayıt edildiğinin bilincindedir.

Kaldı ki var mı benim gazetecilik faaliyeti dışında farklı bir amaçla kullandığım bir ses kaydı veya delili veya bilgisi?

Yok!

İddianamede yer alan “Ayrıca şüpheli İklim Ayfer Kaleli’nin ikametinde yapılan aramada bulunarak el konulan Samsung marka S0VPJ9APB16196 seri numaralı hard disk içerisinde bulunan (17) adet ses dosyasının yapılan incelemesinde; İklim Ayfer Kaleli’nin bazı şahıslarla yaptığı telefon görüşmelerinin kayda alındığı, ses kayıtlarında günlük konulardan ve özel hayata ilişkin konulardan bahsedildiği tespit edilmiştir.” Konusuna da burada açıklık getirmek istiyorum.

Söz konusu 17 adet ses dosyası kayıtlarının dava konusu ile hiçbir alakası olmayan, çok daha eski tarihlere ait ses kayıtları olup, emniyet tarafından incelendikten sonra tarafıma iade edilmiştir. Bu dava ile hiçbir alakası olmadığı aşağıdaki emniyet tutanağında da belirtilmiştir.

Ama iddianamede sanki bu dava ile ilgili gibi gösterilmiş, hakkımda yanlış anlamaya sebep olmak bir yana sanki tarafıma yapılan suçlamaya dayanak teşkil edecek biçimde gösterilerek; “özel hayata ilişkin ses kaydı” denmektedir.

Odatv’de çalıştığım süre zarfında benim de bazı hatalarım olduğunu kabul ediyorum. Özellikle zaman zaman mesleki hırsımın aklımın önüne geçmesi sonucunda üstüme vazife olmayan konularda, görüşmemem gereken insanlar ile görüşmem ve konuşmam en belirgin hatam olmuştur.

Onun dışında, Odatv’de çalıştığım sürede Odatv’de yazdığım yazılar ve haberler sadece aşığı olduğum gazetecilik mesleğimi icra etmeye yönelik olmuştur.

38 yaşındayım, evli ve bir çocuk annesiyim.

Mesleğim muhabirliktir. Öğrendiğim, bildiğim ve yaptığım tek meslek budur.

Gazetecilik mesleğine 1990 yılında muhabir olarak başladım.

Bugün, Güneş, Sabah, Günaydın, Akşam gazetelerinde, Intermedya Dergi Grubunda, TGRT Televizyonunda çalıştım. Dalga FM, Yemek Zevki, İşte Kadın dergilerinde ve Son Sayfa, Türkhaberler, Haberapron, KadınHayat, TürkPost internet sitelerinde uzun süre yazı haber ve röportajlarım yayınlandı. Ayrıca Sarıyer Belediyesinde 2 yıl Basın Danışmanlığı görevinde bulundum.

Ancak, ne acıdır ki, MEDYA benim gazeteci olmadığım konusunda söz birliği yaptı ve aslı astarı olamayan haberlerle kendilerine göre sanal bir İklim Bayraktar (Kaleli) yarattılar ve herkesin buna inanmasını istediler.

Şu anda internet sitelerinde yer alan özgeçmişimde bakınız ne yazıyor.

Türkiye’nin en ciddi haber sitelerinden birisi olan NTV’nin haber sitesinde ve Radikal gazetesinde yer alan yazının başlığı şöyle: Çelişkili bir portre: İklim Bayraktar:

37 yaşında bir gazeteci. 15 yaşında bir oğlu var. ODTÜ Makine mezunu bir mühendis. Kendi şirketi olduğunu söylüyor. 1988-2006 arasında aralarında Güneş, Günaydın, Sabah, Bugün, Star gazeteleri ve TGRT televizyonu olmak üzere birçok basın kuruluşunda muhabir olarak çalıştığını söylüyor. Hesaba göre gazeteciliğe 15 yaşında başlamış görünüyor. (Bu haber, Radikal gazetesinde yayınlandı, hemen hemen tüm medya bu haberi internet sitelerinde kullandı ve hala durmakta)

Bu kadar kesin, net ve ulaşılması kolay bir bilgiyi dahi bu kadar özensiz ve dikkatsizce kamuoyuna sunmakta bir sakınca görmediler. Ve sonunda da ne idüğü belirsiz, şaibeli bir kadın olarak tanıtıldım ve kamuoyunun hafızasında böyle bir imaj yer etti.

Şimdi mahkemenizin ve sizlerin de şahit olduğu yaşadığım en son medya lincini bilgi ve taktirinize sunuyorum.

İlk duruşmadaki kimlik tespiti sırasında tarafınızca sorulan “mesleğiniz” sorusuna verdiğim cevap, hatırladığınız ve mahkeme tutanaklarına geçtiği şekilde; “ben gazeteci olduğumu sanıyordum, ama medya beni komplocu ve şantajcı yaptı” şeklindeydi. Ancak, aynı akşam tespit edebildiğim kadarıyla SHOW ve SKYTÜRK ana haber bültenlerinde bu beyanatım, Medyanın yarattığı o sanal İklim’in ağzından aynen şu şekilde verildi: “tartışılan isim İklim Bayraktar ise ‘gazeteci olduğumu sanıyordum, hakimler beni şantajcı yaptı’ dedi”

Ne acı değil mi, mahkeme heyetinin huzurunda söylediğim ve kayıtlara geçen cevabımdaki “medya” kelimesi “hâkimler” olarak değiştirilerek verilmiştir. Bu kadar kısa ve net bir cümledeki bu “medya” öznesi nasıl oluyor da “hâkimler” olarak değiştiriliyor.  Hâkimlere hedef mi gösteriliyorum?

Geride bıraktığım süreçte yaşadıklarım, sizin huzurunuzda yaşanan bu kanıttan farklı değildi. Bundan sonra yapılacak haberler de büyük ihtimalle farklı olmayacak.

Şimdi müsaade ederseniz, benimle ilgili olarak medyada yer alan bazı haber başlıklarını Yüce mahkemeniz huzurunda kısaca özetlemek ve hafızaları tazelemek istiyorum. Başlıklar o kadar açık ki haberlerin içeriğine girme gereği bile duymuyorum.

Bu konu çok önemli, çünkü ben bu davanın sanığı değil, ancak mağduru olabilirim.

ATEŞLİ İKLİM

DİŞİ TUZAK-DİŞİ KOMPLO

SOSYOPAT MI, İÇ ÇAMAŞIRI MARKASI MI

YENİ NESİL MATA HARİ HİKAYESİ

GAZETECİ KIZ FALLİK ÇIKTI

FADİME ŞAHİN İLE İKLİM BAYRAKTAR ARASINDAKİ FARKLAR

BU NASIL İKLİM: GAZETECİ Mİ İSTİHBARAT ELEMANI MI

İKLİMİM BİÇİM BİÇİM

BİR BASINCININ MARİFETLERİ

KOMPLO İKLİMİ

CHP’YE KARŞI KULLANILAN AJAN GAZETECİ

ÇİFT TARAFLI KOMPLO

CHP’YE KURULAN TUZAK

CHP’Yİ SARSAN KADIN

CHP’DE SKANDAL İKLİMİ

OPERASYON KADINLARI

İKLİM HANIMIN MASALLARI

İKLİMİN 3 RENGİ

KİM BU ŞAİBELİ MUHABİR

KARIŞIK İKLİM

SARIŞIN MUHABİR KİMDİR NEDİR NEREDEN ÇIKTI

İKLİM SERTLEŞTİ

CHP’YE VE MEDYAYA İKLİMLEME

CHP’NİN İKLİM MAĞDURLARI

CHP’DE İKLİM ZİRVESİ

CHP’DEN İKLİMSEL TAVIR

İKLİM BAYRAKTAR’I GÖREVLENDİRMİŞLER

CHP’YE GÖRE BU KOMPLO YURTDIŞI KAYNAKLI

Medya bu yazılarda, sırf şaşalı başlıklar atmak uğruna onurumu ve insanlığımı ayaklar altına almakla kalmayıp ismimi dahi taciz etti.

Beni Fadime Şahin’e, Monika Lewinski’ye, Mata Hari’ye benzettiler, “Fallik”, “eretoman” “sosyopat” dediler.

Elindeki mahrem ve özel ikili konuşmaları servis edenler ve Medya, bu karmaşık ilişkiler ve olaylar yumağına beni de hoş bir figür olarak monte etti.

Tüm bu hakaret içeren yazılar ve haberlerle ilgili olarak, yaklaşık 40 gazeteciye, köşe yazarına ve televizyona ceza ve hukuk davaları açtım ve bu hukuk mücadelem ayrıca devam etmektedir. Ceza davaları ile ilgili bazı gazeteciler verdiği savunma dilekçelerinde “Bir tek ben yazmadım ki, bakın ekteki listede yer alan onlarca gazete haberinde de benzeri haberler yer aldı, o yüzden ben de yazdım…” gibi saçma sapan ifadelerle kendilerini savundular.

Yani güçsüz, savunmasız, arkasında ailesinden başka kimsesi olmayan bir kadın buldular ya, vurun gitsin. Nerede kaldı, gazetecilik ahlakı ve meslek etiği? Nerede kaldı gazeteciliğe başladığım ilk günlerde kafamıza kazınan 5N/1K kuralı? Nerede kaldı, hak, hukuk, adalet? Nerede kaldı insanlık?

Ben, medyanın bana atfettiği suçlar ve uygulanan linç, itibarsızlaştırma kampanyalarına karşılık bir savunma kitabı olarak bu elimdeki 600sayfalık kitabı yazdım. Ancak, ne acıdır ki, hakkımda asılsız, mesnetsiz, acımasız, yalan haberler yapan Medya bu kitabımı yok saydı. Bakınız kitabın alt başlığını ne koydum: “Medyadaki Yalanlar, Yok Sayılan Gerçekler”.

Yaşamı boyunca bırakın sabıkayı, karakol kapısından girmemiş, az gelişmiş ülkelerin en büyük sorunu olan erkek dünyasında emeği ve onuruyla var olmaya ayakta kalmaya çalışan bir kadının bir annenin 38 yıllık yaşamını bir kalemde silip, hayallerini ideallerini onurunu yerle bir eden büyük bir senaryodur bu başıma gelenler. Suç fiili yoktur, özel ve ikili telefon konuşmaları suç ya da fiil değildir.

Sonuç olarak Sayın Başkan sayın heyet ben bu davanın sanığı değil mağduruyum. Burada beni sanık yapan; ne yazdığım yazılar, ne muhalif söylemlerim, ne silahlı terör örgüt üyeliği, ne talimat, ne de başka bir şey değildir. Beni sanık yapan tek şey telefonları dinlenen Soner Yalçın ile başımdan geçen kişisel bir sorunu paylaşmaktır. Özel görüşmedir, dertleşmedir, basiretsizliktir, endişedir, tecrübesizliktir ama asla komplo ve terör faaliyeti değildir.

Başıma gelenlerden fazlasıyla yara aldığımı, mağdur edildiğimi, cezalandırıldığımı ve bu olayın sanığı değil mağduru olduğum gerçeğini savunmamla yeterince göz önüne serdiğimi düşünerek, bir an bile tereddüt etmediğim insani vicdanınıza ve yüce mahkemenizin kararına güveniyor, beraatımı talep ediyorum.  

Saygılarımla

Sanık İklim Ayfer Kaleli

0 yorum:

Yorum Gönder

En Çok Okunan Haberler

Google Arama